Arif v 216‘yı Cem Yılmaz yazmış olmasaydı, şu an bu filmden konuşmuyor olurduk. Bu filmi Cem Yılmaz yazmış olmasaydı, içinde bizim –ve sizin– gibi sinefillerin bulabileceği sinema ve filmler hakkında küçük detaylar da olmamış olurdu. Bu filmi Cem Yılmaz yazmış olmasaydı, sinema perdesinde göreceğimiz film her hafta ülkemizde vizyona giren tembel komedilerden biri olurdu.
Film türlerine teker teker baktığımızda çoğu ‘genre’ açısından ‘olmazsa olmaz’lar gözümüze çarpıyor. Eğer bir korku filmi, seyirciyi korkutabiliyorsa (Bu korkutma klasik ‘jumpscare’ şeklinden psikolojik-gerilim türündeki ürkütme veya gerilme evresine kadar değişen bir cetvel üzerinde değişkenlik gösterebiliyor.) işini başarmış demektir. Ucuz bir korkutmadır, unutulmazdır, sizi ağlatır ya da her neyse. Bir korku filmi sizi korkutmuşsa hikayesinin derinliği, karakterlerin hikaye boyunca yaşadıkları kişilik değişimleri veya filmin yönetiliş şekli bile sizi ilgilendirmeyebilir.
İşte bunun aynısının komedi türünde de geçerli olacağını düşünüyorum.
Eğer bir komedi filmi biz sinema perdesine kitlenmişken bizi akıllıca veya olabildiğince salakça espriler ya da görsellerle güldürebiliyorsa, iş bitmiştir. Film, seyircisine aktarmayı istediği şeyi başarmıştır. Bu minimumdur. İyi yazılmış karakterler, ince espriler ve kaliteli bir yönetiliş şekli bu minimumun sadece üstüne ek olacaktır. Ancak, Cem Yılmaz’ın başarmaya çalıştığı şey de zaten ‘minimum’ değil. Kesinlikle değil.
Cem Yılmaz kendisi de film yapmayı kadar film izlemeyi de seven bir sanatçı. Bunu Pek Yakında’da bariz bir şekilde gördükten sonra Arif V 216’da açık bir şekilde dile getiriyor. Pek Yakında’da ne kadar küçük bir ekip ya da ne kadar fazla engele karşı da olsa sinema tutkusunun bir grup insanı bir arada tutabileceğini göstermişti.
Arif V 216’da geçmişlere 1960’ların Türk sinemasına dönerek Yeşilçam’ın altın çağını bize tekrar yaşatarak aynı samimiliği sunuyor. Sadece Yeşilçam’dan tanıdığımız yıldızları bize göstererek ‘Alın bu Cüneyt Arkın, alın bu Filiz Akın. Hadi dağılın.’ diyebileceği yerde; Yeşilçam’ın üstüne Amerikan sinemasından bile göndermeler yerleştirerek sadece tembel şakalar yapmaktan kaçındığını da yansıtıyor.
Zeki Müren ve Ajda Pekkan gibi yıldızların yardımcı rollerde yer aldığı bir filmde Whiplash repliklerinin, The Shining göndermelerinin, Pleasantville’i andıran görseller ve Emmerich/Cameron gibi Hollywood’da aksiyon türünü yeniden yazmış yönetmenlerin isimlerinin yer alması tesadüfen yapılan hareketler değil. Bunları ayda yılda bir sinemaya giden Türk izleyicisi fark etmeyecek ama zaten onlar için yerleştirilen bir espri ya da gönderme değil.
Bizim gibi sinefiller, böyle bir göndermeye kahkaha atmaktan çok takdir edenler için. Çünkü Cem Yılmaz da bu kitleden biri. Ve bunlar ‘elit’ bir kesime yapılan şakalar, ‘burjuva’lar için araya sokulan göndermeler olarak anlaşılmasın. Değiller. Sadece Cem Yılmaz kadar ünlü ve Türkiye’de komedi türünü bu kadar ele geçirmiş bir insanın bile sizin sevdiğiniz ve takip ettiğiniz yerlerden, insanlardan ve filmlerden bahsetmesi yüzünüzde bir tebessüme yol açıyor.
Eğer filmi izlemediyseniz, gidin izleyin. Komedi dalında seyircisine bu kadar saygı gösteren ve uğraşan bir film görmek şu aralar biraz zor. ‘Uğraşan’ diyorum çünkü Cem Yılmaz’ın bu filmi yapmasına gerek yoktu. Stand-up’ını kaydedip tekrardan vizyona sokabilir ve hasılatı cebine indirebilirdi. Çok daha fazla kâr yapıp, bütçeye çok daha az yatırabilirdi. Ama yapmadı. Ya da böyle bir film için Arif ve 216 karakterlerini sadece bir evin içine kapatıp onları yalnızca konuşturabilirdi. Yine hepimiz gidip izlemeyecek miydik, Cem Yılmaz’ın adı var sonuçta? Gidecektik. Ama –Pek Yakında dışında her filmi gibi– bütçeden kaçınmayarak bir bölümü 1969 senesinde, bir bölümü şu anda, bir bölümü de gelecekte geçen bir film yazmış.
Film, tekrardan G.O.R.A’yı çekmesini bekleyenler için bir hayal kırıklığı olabilir. Çünkü bu bir G.O.R.A değil, hatta bence bir G.O.R.A kadar efsanevî olma yolunda da değil. Bir Cem Yılmaz filmi ve bunun üstüne olgun bir Cem Yılmaz filmi. Kendisini ve çevresindekileri çok daha iyi tanıyan ve bunları çok daha rahat tiye alabilen bir Cem Yılmaz senaryosuyla karşımıza çıkıyor. Bu espriler bazen sizi yersiz bir zamanda yakalayıp sizde kahkahadan çok kafa karışıklığına yol açıyor. Ama sizi yakaladı mı, espri üstüne espriyle vurup gülmeden duramayacağınız ve sizi kolay kolay bırakmayan bir kahkaha girdabına da sokuyor.
İlk yarısında daha çok bizi 1969 senesine hazırlayan ve 216’nın hikayesini yerleştiren Yılmaz, ikinci yarısında ise Arif karakterini Garavel Usta’yla birleştirip bir yolculuğa çıkartıyor. Karakterlere ve şakalara gülseniz bile aslında iki ana karakterin haraketlerini de doğru bulmuyorsunuz. İkisi de birbirinden kopmuş bir şekilde kendi ideallerini ve bencilliklerini öne çıkarıyorlar.
Filmin ilk yarım saatlik bölümünde o kadar espri –en azından güldürebilen espri– olmasa da içinizi ısıtıyor. Arif’in filmin sonunda da dediği gibi, o dönemi özlediğimiz ve ‘iyi’ insanları görmeyi istediğimiz için filmin ilk yarısı yüzünüzde bir gülümsemeyle geçiyor. Fakat Yeşilçam ve dönemin ünlüleri ve yaşanmış olaylar hakkında bir bilginiz yoksa, filmin ilk yarısı size sıkıcı bile gelebilir. Ben bile o dönemin filmlerini ve müziklerini yavaş yavaş keşfetmeye girişmişken, ‘bizi takip eden nesiller yıllar sonra Arif V 216’daki göndermeleri anlayacaklar mı?’ sorusu da cevap bulmayı bekliyor.
Yeşilçam evresi bittikten sonra G.O.R.A’yı andıran birkaç dakika takip ediyor. Arif ve Garavel, 216’yı kurtarmaya çalışırken kahkahalara boğuluyorsunuz. Bu Erşan Kuneri gibi tanıdığımız karakterlerden, Zeki Müren gibi tanıdığımız gerçek kişiliklere kadar değişebiliyor. Burada yakalamayacağınız ince esprilerden, gülerken kaçıracağınız sahneler ve temposunu tutturan, sizi bırakmayan bir film giriyor. Film bitmesin istiyorsunuz çünkü artık gerçeklikten çıkmışsınız, eğlenmenize bakıyorsunuz. Ve çok eğleniyorsunuz. Bu arada söylemeden geçilmez, Zeki Müren rolündeki Çağlar Çorumlu filmde çok az bir süre rol almasına rağmen olduğu her sahneyi çalıyor.
Film sonuç bölümüne geldiğinde, aksiyon sahneleriyle heyecanı arttırarak, diyaloğu ve esprileri azaltıyor. Özel efekt ağırlıklı bu sahneler hikayeyi yavaşlatmış ve sadece aksiyon sahnesi olsun diye konulmuş gibi duruyorlar. Daha sonrasında bu üçlemenin her filminde olduğu gibi bir monolog –veya Arif’in de filmde dediği gibi bir ‘tirad’– ile son buluyor.
Türkiye sinemalarında mesaj verebilen bir komedi filmini bırakın, güldürebilen bir komedi filmini bulmak zorken, Cem Yılmaz yine samimi, güzel, bilinçli ve biraz da romantik bir mesaj vererek Arif ve 216’nın hikayesinin başından geçen bu hikayenin komik olduğu kadar önemli olduğunu da vurguluyor: “Evet, eski günlerde iyi insanlar vardı. Biz bazılarını yanlış gördük, ‘kötü karakter’ olarak etiketledik, dışladık, ön yargıyla karşıladık. Peki, günümüzde iyi insanlar var mı… yoksa biz yine görmemeyi mi seçiyoruz?”