☕ En İyi Yabancı Diziler

How I Met Your Mother – Transendent Trajedi, Aptal Ted

Konuk yazarımız Mehmet M. Alan‘ın kaleminden

Transendent Trajedi, Aptal Ted

“İbrahim’in sınavı, kendisiyle İshak’ın, İshak’ı kurban ettikten sonra bile, birlikte yaşayacağına inandığını göstermektir.”

Kierkegaard, S. (2002). Korku ve Titreme, s. 24

Sebep bulabildiğimiz; anlamlandırabildiğimiz ölçüde aşkı tanımlayabiliyorsak, tanımladığımız şeyin aşk olmadığının farkında olmamız gerekir. Aşk, absürt bir durumun belirlenimidir. Dramatik kurgu içerisinde, hayatın olağan akışına aykırı ilerler, uyumsuzdur, dolayısıyla absürttür. Ted Mosby, ‘the one’ için yanıp tutuşmaktadır ve devamlı bu arayış içerisindedir. Zaman zaman; hatta çoğu zaman birileriyle flörtleşme halindedir, birileriyle yatar-kalkar; ama olmaz. Aradığı kişi hiçbiri değildir. Hiçbirine hayatını adayamaz.

‘Have you met Ted?’cilikle gönlünü Robin’e kaptıran Ted, aradığının o olduğunu düşünür. Bu uğurda devamlı bir mücadele içindedir. Grubun içerisinde en zeki olan Lily, Ted’in iyi kalbini görüp, onu mutlaka bulacaksın ve bir gün mutlu olacaksın, demektedir. Marshall çoğu zaman Robin’le aralarındaki sorunların yoldaki küçük bir tümsek misali bir engel olduğunu ve bunlara takılıp kalmaması gerektiğini söylüyor, Barney her zamanki gibi Ted’in aptallık yaptığını aşkın saçmalık olduğunu söyleyip durmaktadır. Ancak Ted, çok garip ve sinir bozucu bir şekilde vazgeçmez, onu bulacağına dair umudunu korur. Peki, Ted neden vazgeçmiyor, asıl cevaplandırılması gereken soru bu?

Karen, Robin, Victoria (ah victoria), Stella, Zoey, Jeanette ve tabii ki Tracy. Buradaki kadınlara objektif yaklaşmadığım anlaşılıyor. Victoria’nın gülüşü, pasta yapıyor oluşu, şaşkın halleri vs. benim için ayrı bir şeyler ifade ediyor; ancak tabii ki Tracy ile kıyaslanınca bunların pek bir önemi kalmıyor. Tracy, Ted için yazılabilecek en güzel karakterdi. Ted, sırasıyla bu kadınlarla birlikte olmayı denedi ve en son çabalarının başarısız olduğuna şahit oldu; kendini şartlandırdığı Robin, Barney’le evlendi ve Ted’e buna dayanamamaktan ötürü ayrılmak düştü. Her şeyin bitme noktasına geldiği durumda Ted ne yaptı? Hiçbir şey yapmadı. Aradığını elde edemeyeceğini düşünüp, ayrılma kararını verdi ve başka bir yerde başka bir hayata başlamak için, yağmur altında tren istasyonuna yürüdü, ıslanmıştı; çünkü daha önce bir barda bulduğu sarı şemsiyesini kaybetmişti. Öte yandan tren istasyonunda onun kaybettiği sarı şemsiyesini tutan Tracy, treni bekliyordu.

Bas gitarı, gülen gözleri ve ekonomi doktorasıyla gönlümüzde büyük taht kuran Tracy’nin şemsiyesinde isminin baş harfleri kazılıydı, T.M. Tracy McConnell. Aynı harflerin Ted Mosby’ye de ait olduğu öne sürülebilirdi. Aynı şemsiyenin altında, ikisi şemsiyenin sahibi olduğunu öne sürmüştü. Tracy iki yıl önce kaybettiğini, Ted iki yıl önce bulduğunu söylemişti. Sonra Ted, aslında çalışıp-didinmesinin boşuna olduğunu boşluğa bakarak anlamış ve gözlerinin yaşının akmaması için çabalamıştı.

Tracy, bulduğu eşini kaybetmiş ve gönül işlerini kapatmıştı, oradan oraya savrulurken, grubuyla Barney ve Robin’in düğününde çalmaya başlamıştı. Öncesinde hepsinin hayatına dokunmuştu. Barney’nin evlilik kararı vermesinde, Lily’nin sinir krizini yatıştırmasında, Marshal’ı ve Marvin’i yoldan alarak kurtarmasıyla hepsinin gönlünde yer edinmişti. Bu güzel ve iyi kadın, yine iyi; ama aptal olan biricik arkadaşlarının eşi olmalıydı.

Bunların hepsi tesadüf olamazdı. Birbirlerini bulabilmeleri için bütün bu tasarım vardı. Aşk, absürt bir oluşumdu; dramatik kurgu içerisinde aşk olamazdı, ancak böyle bir hikâyenin içinde olabilirdi. Tracy, düğün gününden bir önceki akşam, balkonda tek başına oturmuş ve ukulelesi ile ‘La Vie en rose’un söylenebilmiş en hisli versiyonunu söylemişti. Bunu sadece Ted değil, biz izleyiciler de hissetmiştik. Yan odanın balkonunda dışarıyı izleyen Ted, nasıl olur da Tracy’nin ‘the one’ olduğunu görememişti, gözleri yaşarmıştı ve çocuklarına bunun, bu şarkının duyduğu en güzel yorumu olduğunu söylemişti. Ancak Ted, aşkı kendi bulma durumuna kafayı o kadar takmıştı ki; düğünde bir anlığına gördüğü Tracy ile göz göze gelmiş ve kendisiyle konuşmamış, üstüne oradan ayrılmıştı. Ancak talih bir kere insanın yüzüne gülmeyegörsün, Metonya’nın kurucusu Metin Bey gibi talih kuşuna sahip olup, her hafta altıyı da tutturur, Karun gibi de zengin ederdi. Talih yüzlerine gülmüş ve yukarda anlattığım tren sahnesinde karşılaşıvermişlerdi.

Öte yandan Kieslowski’nin de bir filmine adını verdiği kör talih peşlerini bırakmamış ve Tracy’yi genç denebilecek bir yaşta Ted’in ellerinden almıştı. Şimdi Ted ne yapacaktı? Çocukların dediği gibi en başından beri Robin’e aşık mıydı? Bu aşk olamazdı, Robin Ted’i sevmiyordu, mükemmel bir aşk hikayesinin sonu böyle olmamalıydı. Ortada doğru olmayan bir şeyler bulunmakta. Ted, Tracy’nin ölümünden altı yıl sonra neden Robin’e gitmektedir?

Eğer, bütün bu yaşantılar, Ted ve Tracy’nin birleşimi için idi ise, ki öyle olmasına çok sevindim, altı yıl sonra Robin’le buluşmasının nasıl bir mantığı bulunmakta. Tek ortak noktaları çocukça kelime şakaları olan iki insanın birbirlerine bu denli sevgi beslemeleri mümkün olamaz. Robin’i ayrıcalıklı kılan senarist ekibin bu işi kotaramadıklarını açık yüreklilikle söyleyebilirim. Tesadüfen Victoria ile rastlaşacak olan Ted’in çok daha mutlu olacağı, bizlerin de çok daha mutlu edeceği aşikardır.

Durumun mantıksızlığı gözler önünde. Robin Ted’i sevmemekte, Ted Robin’e tapmaktadır. Ancak talihin birleştirdiği Tracy’yi de unutmuştur. Bu dizinin sonu böyle olmamalıydı. Ted eğer bir aşık ise, Tracy gittiğinde bile bu devam etmeliydi. Yok Robin’e aşık idiyse, bu tanrısal yaşanmışlığı nereye koymamız gerekir? Ya da bunun başka bir açıklamasını yapabilecek başka yerlere bakmak gerek; ancak bu da ne ölçüde tatmin eder, bu da ayrı bir problematiktir.

Bir dostumun ya da bir filozofun söylediği gibi, hayatın asıl trajedisi, bir şeyin olmaması değil; neredeyse olacak olmasıdır. Ted tüm çabalamalarına, didinmelerine ve saçmalamalarına rağmen bir aşk hikayesinin kahramanı olarak ele alınmamalıdır, kendisi bir trajedinin ortasındadır. Bu yüzden Ted’i Tracy ile olduğu zamanlarda âşık olarak nitelendirmek gerektiği gibi, Robin’le olduğu zamanlarda da trajik kahraman olarak nitelendirmek yerinde olacaktır. Neticede bütün bu trajedinin protagonisti Robin’dir.

Paylaş
Yazar
Konuk Yazar