Nerede olduğundan bağımsız bir kadına tutulur insan. Etkilenmek hafif kalacaktır elbette söylem olarak. Ama kim ilk görüşte aşık oldum demeyi göze alıyor ki? Ted dışında 🙂 Seyredenler içinde seyretmeyenler içinde o an gözünüzün önünde canlanabilir. Çünkü bir kadına “aşık” olmakla başlar her şey…

Garip insanlar yaşıyor dünyada. Hissettiklerimizi, hatta saniyelik iç seslerimizi yazıya dökebiliyorlar. Senaristleri çok iyi gözlemci olan bir dizide tam 9 sezon boyunca sizi sarı bir şemsiye icin heyecanlandırabiliyor. İşin sırrı nedir diye düşünüyor insan? Gerçekten iyi bir gözlemci olmak ve iyi yazabilmek yetiyor mu? Benim bir cevabım var.

Hayır elbette. Yaşanmışlık çok önemli. Hayatta en çok kıskandığım insanlar büyük şairlerdir. Senaryo hadi neyse. Sen 4 dizeye dünyayı nasıl sığdırırsın arkadaş. Neyse biz bir dizinin sırrına dönelim. Ben neden bu kadar çok sevdiğimi buldum aslında. O dizide hepimiz varız varız çünkü.

Yılların evrilttiği benliğimiz, ruhumuz. Hepimiz hayatımızın bir evresinde o dizideki rollere bürünüyoruz. Biri bizi kırıp terk ettiğinde Barney, o barda gülümsemesiyle bizi büyüleyen insana dokunamadığımızda Ted ve o insanla bir ömür geçirebilen şanslılar Marshall oluyorlar. Zaman zaman sürtük gibi davranıyoruz. Başımıza gelenler bizi Robin’lerle yatmaktan başka bir şey düşünmediğimiz bir adama çevirebiliyor. Ve aynı adam mor bir korna ile bir kapının önünde bağırabiliyor.

Kimileri huzurlu, her zaman sığınılabilir, standart Lily’sini arıyor. (Unutmayın Lily’ler de terk ediyor) Ama itiraf edelim en güzeli 9 sezon boyunca Tracy’i aramak. Olmayan birini. Sadece senin dünyanda var olan birini. Bu sebeple 9 sezon o tren garında sarı şemsiyenin altındaki insanı görmeyi bekliyoruz. Ve insan öyle karmaşık ki gördükten sonra merakını giderdiği için midir, yoksa aslında aramanın verdiği garip sızıyı, ılıklığı sevdiği için midir bilinmez: keşke diyor; birkaç sezon daha sürseydi.

Her kimi arıyorsanız bulamamanız ve ruhunuzu canlı tutmanız dileğiyle.

Paylaş
Yazar
Alper Cengiz