Netflix‘in dün vizyona giren ve kendi tabiriyle ”kara komedisi” I Care a Lot, o kadar beyin yakan olmasa da Rosamund Pike‘ın Gone Girl‘vari dönüşü denilebilecek cinsten bir film. Oldukça karışık eleştirilere maruz kalmışken yine de şaşırtıcı şekilde sonuna kadar aynı merakla da kendini izlettiren bir yapıya sahip. Filmin müzikleri ve kostüm tasarımı inanılmaz başarılı. Beni en çok etkileyen ve izledikten sonra da filmin konusuyla ne kadar örtüştüğünü bir kez daha hatırlatmış olan giriş müziği oldu öncelikle. Death In Vegas‘ın ağıt, cenaze ayini anlamın gelen ve muhtemelen yaşamının son demlerini yaşayanların ağır çekim dans ettiği ”Dirge” şarkısıyla başlıyor. Özellikle klibini de izlerseniz ne dediğimi ve nasıl hayret ederek filme yakıştırdığımı anlayacaksınız.
Ana karakterimiz ve anti kahramanımız Marla Grayson (Rosamund Pike) ve sevgilisi Fran (Eiza González), ABD’deki yasal varis (legal guardian) sistemini avucunun içinde tutan bir düzenbaz çetesi. Öyle ki artık doktorlar da hakimler de ellerinde ve sistemi kendileri lehine çevirerek yürütmeyi oturtmuş bir düzenleri var. Özetle ve basitçe, artık kendine bakmaktan yoksun ve kimsesi olmayan yaşlıları, acil mahkeme kararıyla kendi velayetleri altına alarak mükemmel bir hayat yaşıyorlar. Yaşlılar anlaşmalı bakım evinde kalırken, Marla ve Fran de mal varlıklarını iyi niyet adı altında istediği gibi yönetiyor. Bazen bu duruma isyan eden çocuklar çıksa da sistem bu şekilde ve ancak fantastik bir filmde olacak kadar pürüzsüz çalışıyor.
Marla aslında bir tür Killing Eve Villanelle’i. Çok güzel giyiniyor; yaptıklarından pişman değil ve pişmanlık duyamayacak seviyede sosyopat muhtemelen. Bu yolla para kazanmayı ve iyi yaşamayı seviyor. Killing Eve’de, Villanelle’in imkansız gözüken durumlardan bile kolaylıkla sıyrılabilmesini normal karşılamamız, ikna kabiliyeti dışında çeşitli taktiksel ve fiziksel kabiliyetlerini de bildiğimizdendi çoğu zaman. I Care a Lot’ta ise ne olduğunu tam bilemediğim bazı unsurların eksikliğinden bu suspension of disbelief kavramı işlemiyor. Marla’nın Rus Mafyasıyla kedi fare oyununu rahatlıkla oynayabilmesi de dahil filmin kurgusal dünyasındaki birçok gelişmeyi kabullenemiyoruz bir yerden sonra. Belki de eksik olan, Marla’nın karakterinin biraz daha derin yansıtılmaması. Hayattaki motivasyonu tam olarak ne ve parayı neden istiyor bu net anlatılmıyor.
#MeToo hareketinin açtığı yoldan ambulans arkasına takılan dolmuş gibi gittiğini pek düşünmüyorum. ”Ancak bu kadar saf kötü ve lezbiyen olursanız eril hegemonya ile mücadele edebilirsiniz”den çok, ”Gone Girl’ü unuttuk, hadi Netflix’e uygun bir yeniden çevrimi ile Rosemund Pike’ı hatırlayalım” olmuş sanki. Kurguyu didiklediğimizde neden izlediğimizi sorgulatan doldurma sahne ve mantık hataları bulmak çok kolay. Hatta yeri geliyor kendi şişirdiği balonu kendi patlatıyor. Ama neticede sonuna kadar aynı merakla filmin kendini izlettirdiği gerçeğini değiştirmiyor bu durum. Yazı yetmediyse ya da biraz da görüşlerimizi sesli dinlemek isterseniz Cem‘le yaptığımız ve bu sefer listeler yerine tamamen I Care a Lot konuştuğumuz son podcast bölümümüze buradan ulaşabilirsiniz. Son olarak filmi izleyenlerin aklına hemen Britney Spears geliyor gerçekten. Yasal vasi konusu ilginizi çektiyse Samantha Stark’ın Framing Britney Spears belgeselini de izleyebilirsiniz.