🌿 En İyi Festival Filmleri

18. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde İzlemeniz Gereken 9 Film

13-22 Eylül 2019’da gerçekleşecek olan 18. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nden favori filmlerimizi derledik

1- J’ai perdu mon corps (I Lost My Body)

Naoufel, Fransa’ya taşınan, Gabrielle’e aşık, genç bir adam. Rosalie, Naoufel’den günün birinde alçak bir testere ile ayrılan sağ eli. Koparıldığı vücudun sahibini yeniden bulabilme umuduyla diseksiyon laboratuarından kaçan Rosalie, bu kaçış macerası esnasında koca bir şehrin akıl almaz tehlikeleriyle başbaşa kalacak ve Naoufel ile olan geçmişini gözden geçirmeye fırsat bulacaktır.

2- Nuestro Tiempo (Our Time)

Varoluşçu filmleri ile tanınan Meksikalı yönetmen Carlos Reygadas, son projesi Our Time’da karakterler irdelemelerine sadık kalarak kendi çizgisinde ilerlemeye devam ettiğni gösteriyor. Reygadas’ın kendisinin canlandırdığı karakter Juan ve eşi Esther’in beraber işlettikleri boğa çiftliğine Amerikalı at yetiştiricisi Phil’in gelmesi ile çift aşk ve sadakat bağlamında evliliklerini gözden geçirir. Açık bir evlilik yürütmelerine rağmen eşinin Phil ile ilişkisi Juan’ın içinde kıskançlık ile beraber başka duyguları da uyandırırken üçlünün arasındaki iletişim eksikliği büyük bir probleme işaret eder. Bir kadının benliğini tanıma hikayesinin ataerkil bir kendini tatmin etme yarışına dönüşmesinin getirdiği gerginlik, modern zamanın beklentileri çerçevesinde maskülenliğin kanıdı ihtiyacına dönüşümünü gösteriyor ve filmin temposunu belirleyen ana nokta oluyor.

3- Om Det Oändliga (About Endlessness)

Roy Andersson, About Endlessness’da tüm güzelliği ve acımasızlığı, görkemliliği ve banallığı ile insan hayatına bir ayna tutuyor. Şehrazad’ımsı anlatıcı, kibar yönlendirmeleri ile seyirciyi rüya gibi bir gezintiye çıkarıyor. Önemsiz anlar, tarihi olaylar kadar değer taşımaya başlıyor: bir çift savaşta yerle bir edilmiş Köln’ün üzerinde süzülüyor; bir doğum günü partisine doğru giderken kızının ayakkabı bağcıklarını bağlamak için bir baba sağanak yağışın ortasında duruyor; genç kızlar bir kafenin dışında dans ediyor; yenilmiş bir ordu tutukluların bulunduğu bir savaş kampına doğru yürüyor. Aynı anda hem gazel hem ağıt özelliği taşıyan About Endlessness tümüyle sonsuz ve insancıl bir varolmanın kırılganlığı öyküsünü bir kaleydoskop aracılığı ile sunuyor.

4- The Death of Dick Long (Dick Long’un Ölümü)

Bir müzik grubunun provasının sonu ne kadar kötü bitebilir ki? Grup üyelerinden birinin ölmesi dışında… Swiss Army Man filminin yönetmenlerinden Daniel Scheinert, bizi Amerika’nın güneyinde isimleri ile lakaplarının alakası olmayan insanların yaşadığı bir kasabada çözülmeyi bekleyen bir ölüm ve bundan kaçan grup üyelerinin absürdlüğüyle buluşturuyor. Film boyunca kulağımızdan eksilmeyen ağır güney aksanı ve hiç bitmeyen aksilikler suratınızda saçma bir gülümseme bırakıyor. Başlangıçta çirkin bir cinayete kurban gittiği düşünülen Dick’in ölümü aslında hiç sanıldığı gibi değildir.

5- One Child Nation (Tek Çocuk Cumhuriyeti)

Çin’de 2015 yılına kadar devam eden “Tek Çocuk” politikasının halen ve uzun yıllar daha devam edecek gibi görünen travmatik etkilerini, yalın bir dille irdeleyen Nanfu Wang, seyirciyi ailesinin de konu hakkındaki hislerini dinlemeye davet ediyor. Yönetmen Wang’ın da hayatını temelden etkileyen bu politikaya dair gerçekleştirdiği belgesel, izleyende bir iç burukluğu fakat hemen peşinden tüm baskıcı politikalara karşı bir mücadele hissi yaratıyor.

6- Fin De Siglo (End Of The Century)

End of the Century, hipnotize edici, pür bir romantizm anlatısı; nahif öğelerle bezeli, özenli sadeliğiyle seyircisini cezbetmeye teşne bir aşk hikayesi. 30’lu yaşlardaki Arjantinli şair Ocho ve Berlinli bir İspanyol olan Javi, Barselona’da tanışırlar. Beraber geçirdikleri bir günün sonunda bu iki adam, aslında birbirlerini çok daha uzun zamandır tanıdıklarını ve bir şehri paylaşan iki yabancıdan fazlası olduklarını fark ederler. Dünya prömiyerini New Directors/New Films 2019, MoMA, New York’ta yapan ve aynı zamanda Lucio Kastro’nun ilk uzun metrajı olma niteliğini taşıyan End of the Century, zamana ve mekana direnen his ve arzuların yeniden keşfini poetik ve etkileyici bir üslupla aktarıyor.

7- Lysis

Rick Ostermann’ın risk alarak senaryosuz ve görüntü yönetmensiz gerçekleştirdiği Lysis, iki başarılı oyuncunun senaristliği ve görüntü yönetmenliğinde büyüleyici bir gerilime dönüşüyor. Ayrıldığı eşinin ölümünün ardından, oğluyla tekrar bağ kurmaya çalışan baba, oğlunu cenazeden hemen sonra zorlu bir kamp yapmak üzere engebeli bir yolculuğa çıkarıyor. Oyunculardaki aksiyon kameralarından gördüğümüz atmosfer zaman zaman sınırları zorlayan bir psikolojik çatışmaya evriliyor. Baba kamerayı ölen eşi yerine koyarak, seyirciye aklında kalan soru işaretlerini kusuyor ve günah çıkarıyor. Oğlu Felix ise annesi yerine koyduğu kameraya içini ve özlemini döküyor. Platon’un dostluk ve sevgi kavramlarını sorguladığı Lysis diyaloğunda olduğu gibi, bu deneysel Rick Ostermann yapıtında baba oğul arasındaki sevgi, nefret ve bağ kurmayı irdeliyoruz.

8- Lara

Alman sinemacı Jan Ole Gerster, ilk uzun metrajı Berlin’de “Oh Boy” ile 2012 yılında adını duyurmasının ardından ikinci uzun metrajı Lara’yla yeniden karşımızda. 60. yaşına giren Lara, yalnız bir kadın, dominant yapısı ve mükemmeliyetçi tavırlarıyla zor bir annedir. Doğum gününde piyanist oğlunun konserine gitmeye karar vermesinin ardından benliği, oğlu ve eski kocası arasında düşünsel ve duygusal bir sorgu sürecine girer. Jan Ole Gerster’in çok katmanlı yazınsal psikolojik tahlil kabiliyetinin Corinna Harfouch’un muhteşem performansı başta olmak üzere başarılı oyuncu kadrosu ile birleşiminden doğan film, güçlü, farklı ve son derece gerçek perspektifler sunduğu öyküsü ile Lara’nın manevi sorgu sürecine izleyicisini de dahil etmeye kararlı.

9- Peri: Ağzı Olmayan Kız

Baskın ve Housewife gibi cesur filmlerle korku janrında yetkinliğini kanıtlamış, müstakil sinema dilini kurmayı başarabilmiş Can Evrenol, üçüncü uzun metrajında cesur ve eklektik bir tür denemesi yapıyor. Peri: Ağzı Olmayan Kız’da; distopik, zamansız bir mekanda “Büyük Dünya Savaşı” devam ederken on yıl önceki bir santral patlamasıyla tüm dengesi bozulmuş küçük bir kasabada yaşayan bir grup “öteki” çocuğun hikayesi anlatılıyor. Santral patlamasından sonra bazı çocuklar eksik uzuvlarla dünyaya gelir. Santral yönetimini kendileri hakkında kötü algının canlı kanıtı olarak gördükleri bu çocukları yok etmeye başlar. Bu süreçte babasıyla ormanın için herkesten uzak bir yaşam süren Perihan, hayatta kalmayı başarır ancak babasının öldürülmesiyle birlikte hiç hazırlıklı olmadığı bir maceranın içine düşer. Yolda kendisi gibi üç çocukla daha tanışan Perihan ve “çetesi” ile dünyanın dehşet verici haline dört çocuğun gözünden tanıklık ederiz.

Paylaş
Yazar
obicimsinema