9–20 Ekim’de gerçekleşen ve bazıları çevrimiçi, bazıları da sinemalarda gösterilecek 39. İstanbul Film Festivali‘nin Ulusal Belgesel Yarışması filmlerinden biri olan Kadınlar Ülkesi, bir şekilde yerle bir edilip yeniden kurulan, yönetmenin de deyimiyle anlamı ve sınırları bulanık evlerin hikayesi.
Şu ana kadar yarışmada izlediğim diğer belgesellere kıyasla, ilk kez bir dış sesin yani anlatıcının olduğu bir belgesel ve kişisel bir yolculuk hikayesi aynı zamanda Kadınlar Ülkesi.
Türkiye’den Amerika’ya taşınan yönetmen Şirin Bahar Demirel, yeni hobisi çiçek yetiştiriciliğinin altında yattığına inandığı köklerinden kopma ve yeniden kök salma çabalarına paralel olarak Suriye’deki savaş yüzünden Florida’ya yerleştirilen Fatima ve Huda ile bu sorgulayışını kayda döküyor. Bir tarafta kişisel tercihiyle gelmiş Demirel, diğer tarafta mecburen bu topraklarda kök salmak zorunda kalan Fatima ve Huda olunca, yer yer yönetmenin suçluluk duygusunun baskın gelmesine de şahit oluyoruz.
Yönetmenin sorduğu tüm sorular, huzurlu yuvalardan izlenirken bile düşündürmeye sevk edici: ev ne zaman evimiz olur? İçindeki eşyalarla mı, aile bireyleriyle mi ya da anıların birikmesiyle mi evlik derecesi ölçülür?
Sevdiğim ve dikkatimi çeken unsurlardan biri de mansplaining konusunda Demirel’in gayet net ve temiz tavrı oldu. Hem senaryoyu yönlendiren soruları hem de çekimleri sırasında akışkanlığı sağlayabilmek adına gelen çevirmen erkek komşuya, kadınlara odaklandığını ve dolayısıyla sadece onların cevaplarını merak ettiğini hatırlatması ve bu konuda adamları bölüp uyarması takdire şayan.
Diğer bir dikkat çekici konu da başta Huda olmak üzere, kadınların yaşananları anlatırken çok eğlenceli konulardan bahsediyormuş gibi mimiklere bürünmesi ve neşeli ses tonları. Biz izlerken aynı anda çevirisini görüyoruz ama yönetmen sorduğu sorunun çevirisini sonradan öğrendiği için kendisinde de şok etkisi yaratmış bu durum.
Huda da Fatima da, imkan olursa Suriye’ye, memleketlerine koşa koşa dönmek istediklerini söylüyor ve oradaki akraba, komşuluk ortamını ve kaynaşmış sosyal ilişki havuzunu ne kadar özlediklerinden dem vuruyor. Mars kolonileştirilmesinin bile konuşulduğu günümüzde, evsizliğin hala nasıl olabildiğini ve ne anlama geldiğini durmadan açmaya çalışan otobiyografik bir çalışma olmuş Kadınlar Ülkesi. Filmin adının anlamını da burada söylemeyelim, izleyene ilginç bir bilgi olarak kalsın. Filmin aynı zamanda 2019 Altın Portakal En İyi Belgesel ödülünü aldığını da belirtmiş olalım.
(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 – İşte! bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 – Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 – Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)
Çoğu zaman anılar ve kişiler üzerinden tanımladığımız ev, sağlam, koruyucu ve kalıcı mıdır yoksa geçici ve soyut mu? Ya da gittiğimiz her yere bizimle gelen bir hissiyat mı? Bir yanda milyonlarca insanın güvenli bir ev bulabilmek için ölümcül yolculuklar yaptığı, bir yandan da uzayda yaşanabilecek yeni gezegenler keşfedildiği bir dönemde bu sorular, Türkiye’den ABD’ye taşınan bir yönetmenin kişisel sorgulamasından daha fazlasının cevaplarını arıyor. Suriye’deki savaş yüzünden evlerinden edilip Florida’ya yerleştirilen Fatima ve Huda da bu arayışa katılarak, yabancı bir yerde yeni bir ev kurmanın ve hatıralarla bugünün iç içe geçmesinin ne demek olduğu üzerine, kendi sözlerini söylüyor.
Yönetmen Director: Şirin Bahar Demirel Senaryo Screenplay: Şirin Bahar Demirel Görüntü Yön. Director of Photography: Şirin Bahar Demirel Kurgu Editing: Şirin Bahar Demirel Müzik Music: Tolga Gürpınar Yapımcı Producer: Şirin Bahar Demirel Dünya Hakları World Sales: Şirin Bahar Demirel