Nocturnal Animals’ın 2016’nın en iyi filmi olup olmadığı belki tartışılır ancak herkese hitap etmese de türünün sevenleri için bir başyapıt olduğunu söylemek gerekiyor
Austin Wright’ın 1993’te yayımlanan “Tony and Susan” adlı romanından uyarlanan Nocturnal Animals, bir moda tasarımcı olan Tom Ford’un senaryo ve yönetmenliğiyle 2016’da vizyona girdi. Austin Wright’ın bu kurgusu usta işi bir yönetmenlikle desteklenmiş.
Nocturnal Animals yıllar önce ayrılmış çiftin odağında ilerleyen bir intikam filmidir. Filmi diğerlerinden ayıran ise intikam alma şeklinin diğer birçok bilindik intikam filmden farklı olmasıdır.
Film, zengin, ancak özel hayatında sarsıntılı günler yaşayan sanat galerisi sahibi Susan Morrow’un (Amy Adams) 19 yıl önce acımasızca terkettiği eski eşi Edward Sheffield‘ın (Jake Gyllenhaal) yazdığı romanın taslağını alması ve Susan’ın kitabı okumaya başlamasıyla Edward’da ne denli bir travma yarattığını anlatmaktadır. Roman hem Susan’a adanmıştır, hem de Edward’ın Susan’a taktığı lakaptan yola çıkılarak romana Gece Hayvanları adı verilmiştir.
Peki ama roman neden Susan’a adanmıştır?
Etki ve Tepki
Görecelik dış etkiye verilen yanıtın ölçüsüne bağlıdır. Bir etkinin her insanda doğuracağı tepki farklı etkilerdedir.
Özellikle filmin açılış sekansından başlayan ilginç gösterim filmin çok da beklenmedik bir boyutta olacağının mesajını veriyor.
Sergi dönüşü eve dönen Susan bahçe kapısından içeri girdiğinde ise başka bir araç durur ve içinden bir erkek iner. Yüzünü görmesek de bu büyük olasılıkla Edward’dır. Ve Susan’a okuyacağı kitabı posta kutusuna koymuştur.
Edward’ın Susan’a gönderdiği romanın Susan’a adanmış olma nedeni de aslında 19 yıl önce Susan’ın Edward’ı acımasızca terk edişinin yıllarca sürmüş olan tepkisine karşılık bir etki. Üstelik bu tepki Susan’ın tahmin ettiğinden çok daha fazlası. Edward’ın romanında Susan ile yıllar önce aralarında yaşananlara paralel bir kurmaca öykü olsa da, aslında son derece rahatsız edici olaylar dizisi mevcut.
Bu tepki daha kendisine ulaşan roman paketini açtığında parmağını kanatmasıyla başlayacaktır
Susan kitabı okumaya başladığında nasıl bir hikayenin kendisini beklediğini bilmemektedir. Ancak yıllar önce Susan ve Edward arasında geçen bir dialog belki de kitabın içeriği hakkında ona yardımcı olabilirdi.
Susan : Kendinden başka bir şey yazmalısın.
Edward : Kimse kendinden başka bir şey yazmaz ki.
Kitaptaki hikaye Tony, Susan ve kızları India’nın gece yarısı Marfa’ya olan yolculuğuyla başlıyor. Herşey o an normal bir yolculuk gibi görünse de aslında ters giden şey önlerinde ilerleyen iki araç ve içlerindeki haydut yollarına çıkmasıyla bir anda değişiyor.
Peki ama romandaki bu haydutların Susan ve Edward’ın gerçek hayatlarıyla ilişkisi nedir?
Özellikle yeşil papuçlu Ray (Aaron Taylor-Johnson‘a) neden bir anda başlarına bela olmaktadır? Romandaki olayların kırılma noktası küçük kızın diğer araçtaki haydutlara el hareketi yapması. Bu, eski karısının kürtajla aldırdığı kızı temsil ediyor.
Küçük bir kovalamaca sonrası arabadaki kişiler Tony, Susan ve India’yı adeta istediklerine zorlamaktadır. Çaresiz kalan aile dediklerini yapmak zorunda kalır.
Bu sırada yanlarından geçen ancak Tony ve ailesinin yardım çağrısına durmayan polis ise bizim kontrolümüz dışında gerçekleşen istesek de istemesek de olacak olan olayların asıl nedeni olan kaderimizden başkası değil.
Edward’ın, eşi ve kızı kaçırıldığı anda değil de kaçırıldıktan sonra tepki vermeye başlaması bir hayli ilginç. Bu sanki yıllar önceki pişmanlığını da dile getiriyor gibi. Hikayedeki tecavüzcü Ray, paralel hikayede Susan’dan başkası değil. Arkadaşları ise Susan’ın annesi ve Edward ile evliyken beraber olduğu kocasını temsil ediyor.
Edward’ın hayatını temsiller ve pişmanlıklar
Sonrasında Edward kaçırılan eşini ve kızını takibe başladığında yanındaki adamın “eşini görmek istiyorsan devam et” demesi, aslında Edward’ın hayatını temsil eden yola devam etmek zorunda kalmasından başka bir şey değildi. Devam ettiği yol Edward’ın pişmanlığını temsil ediyor. Yol bittiğinde ise aslında Edward’ın geriye alamadığı zaman ve pişmanlığı var.
“Engel olmalıydım” derken aslında Edward’in pişmanlığı dikkat çekici. Susan ve sevgilisini arabada gördüğündeki tepkisizliği aslında yıllar sonra gönderdiği romandaki eşini ve kızını götürmesine izin veren içindeki korku, iyi niyet ve güçsüz biri olması. Ve eşinin gitmemesi için savaşmaması.
Öyle ki eşinin gidişinden sonraki çabaları artık işe yaramamıştır. Susan’ın gitmesine izin vermiştir. Aramıştır ama arayışı boşunadır ve yanına nefretini de almıştır.
Şerif Bobby neleri temsil ediyor?
Şerif Bobby (Michael Shannon) kaçırılan eşi ve kızının bulması için görevlendirilen dedektiftir. Dedektif Bobby, Tony’nin yıllarca içinde biriktirdiği nefretidir aslında ve öleceğinden bahsetmektedir. Şerif uzaklarda kızı olduğunu ve haberi olmadığını söylemesi de Edward’ın kürtajla alınan kızıdır.
Şerifin Tony’nin parmak izini almak istemesi ve bagajda çok sayıda parmak izinin olması aslında Edward’ın da eşinin gidişine izin vermesiyle kendisini suçlamasıdır. O da birtakıma suç ortağıdır.
Tony’nin eşi ve kızı öldürüldükten sonra kırmızı koltuğa atılmış. Edward terk edilirken kırmızı trafik lambası yüzüne yansıyordu. Tam da hayatının mahvolduğu noktayı bu şekilde göstermiş.
Kızın romanda boğdurularak öldürülmesinin sebebi, Susan’ın kürtaj yöntemi ile bu eylemi gerçekleştirmiş olması.
“Gerçek dünyada yaşamasaydık çok uyumlu olabilirdik.”
Edward ve Susan’ın yıllar önce ayrılma aşamasındaki bu dialogda ise aslında Susan huzurlu bir yaşam yerine sağlam bir yaşamı tercih ediyor. Farkında olmadan annesi gibi olmaya ve onun gibi düşünmeye başladı bile. Ve bu dialogda Susan, Edward’ın zayıf biri olduğu imasını yeniliyor. Roman boyunca Tony’nin mücadele içinde olduğunu, yıprandığını, patlamaya hazır bir sakinliğinin olduğunu ama Susan’ın onda adeta tutsak ettirdiği güçsüzlüğü bir türlü kıramadığını görüyoruz.
Yıllar önce eşinin gitmesine izin verdiğinde aslında bu güçsüz biri olduğunu gösteriyor ve filmde tecavüzcü Ray bunu yüzüne söylüyor. Sonrasında ise içindeki sakinlik bir anda fırtınalar koparmasına neden oluyor. Geçen 19 yılın ardından güçsüzlüğünü kendi yazdığı romanında Ray’e söylettirerek içindeki kini kusuyor ve Ray’i vuruyor. Ve şerif (Edward’ın nefreti) artık görünmüyor. Ve Tony’de ölüyor.
Aslında Edward ile gayet huzurlu olan fakat bunun farkında olmayan Susan için çevresel faktörler değil midir ne kadar mutlu ya da huzurlu olduğuna karar veren?
“Hayatının hiç de planlamadığın bir hal aldığı hissine kapıldığın oluyor mu?” Susan kitaptaki olayları geçmişle ilişkilendirmeye başladığında kendisine sorduğu soru tam da bu. Şu a ki yapay mutluluğu mu yoksa Edward ile yaşadığı hissedilebilir mutluluğu mu?
Filmin sonunda ise Susan Edward ile buluşma ayarlıyor. Ancak Edward’ın paralel hikayesi Susan’ın hayal gücünden önce hareket etmektedir. Ve Edward paralel evrende kendisini öldürmüştür ve Susan’ın hayatından sonsuza kadar çıkmıştır.
Filmdeki ilginç detaylardan bir tanesi ise Susan’ın kitaptaki olayları yaşadıkça fark etmesidir. Öyle ki şirketindeki bir çalışan kendi bebeğini ona izlettiği sırada Ray karakterini; yani kendi yarattığı canavarı görüp telefonu düşürüyor. Yine aynı şekilde buluşma yerine gittiğinde artık geç saatlere kadar bekleyip son anda kitaptaki paralel hikayede Edward’ın öldüğünü ve Susan’ın hayatından çıktığını farkediyor.
Filmde fark edilen bir sistem eleştirisi. Susan kırdığı telefonun yenisini almayı teklif ettiğinde çalışan bunu reddedip, nasıl olsa gelecek ay yenisi çıkacak diyor. Susan dünyasında zenginliğin tadı iyice kaçmış durumda. İçinde bulunduğumuz dünya gibi. Varlık içinde yokluk çekmenin bir adım uzağında hissediyor bu söylem.
Aslında filmin içinde Edward ve Susan’ın hayatıyla ilgili başka bir paralel evren sunuluyor. Öyle ki Susan’ın yıllar önce Edward’da bıraktığı etki yıllar sonra eğer tekrarlansaydı nasıl bir hikaye ile karşılaşırdık sorusunun cevabı gibi. Edward’ın kitabında anlatmak istediği de içindeki kırıklığın, terk edilişinin ve psikolojik çöküşün hayatı boyunca aslında hep tekrarlandığıdır.