Şu ana kadar tek uzun metrajı Faults (2014) ve kısa filmleriyle ile tanıdığımız yönetmen Riley Stearns‘in son filmi The Art of Self-Defense hem ters köşe hem de karışık türler içeren bir yapım olarak karşımızda. Kadrosunda Jesse Eisenberg (Casey), Alessandro Nivola (Sensei), Imogen Poots, Steve Terada gibi isimleri barındıran yapım daha çok kara komedi olarak lanse edilse de ikinci yarısından itibaren kendini bir gerilim filmi olarak ispat ediyor.
Genç bir adam (Casey), bir gece köpeğine mama aldıktan sonra eve dönerken sokakta saldırıya uğrayınca, gelecekteki tehditlerden kendini nasıl savunacağını öğrenmek için karizmatik ve gizemli bir Sensei tarafından yönetilen yerel bir dojo’ya (dövüş salonu) kaydolur.
Aslında kendini tanımladığı ama aslında pek de öyle olmadığı ”kara komedi” çatısında, kadın düşmanlığı, maskülizm, ABD’deki bireysel silahlanma, hatta yer yer sadistlik adı altında neo-naziliğe kadar varan alt metinler içeren bir yapım The Art of Self-Defense. Nispeten zayıf ve kırılgan bir yapıya sahip Casey etrafında şekillenen senaryoda, başına gasp benzeri bir olay geldikten sonra tesadüfen karate kursuna yazılmaya karar veren bir karakterin hikayesini izliyoruz.
Muhasebe uzmanı Casey, kısa bacakları ve uzun gövdesi ile sosis köpek olarak da adlandırılan Dachshund sahibi, yalnız yaşayan cılız yapılı bir karakter. Bir gece köpeğinin mamasının bittiğini gördükten sonra saate aldırış etmeden marketin yolunu tutuyor ve tuttuğu yolun aynı zamanda sadist bir motorsikletli grubu tarafından da tutulduğunu görüyoruz. Yakın zamanda yazıldığı karate okulunda başlarda kendini bulduğunu sansa da zaman geçtikçe çok da kendine ait bir yer olmadığına karar veriyor Casey.
Gelecek tehditlere karşı kendini savunabilmesi için zaten iki yolu var: bireysel silahlanma ya da dövüş kursuna yazılma. Şans eseri olarak ikinci seçenekten ilerliyor. Başlarda yardımsever ve karizmatik bulduğu Sensei’nin yanında aynı zamanda tam zamanlı muhasebe uzmanı olarak da işe giren Casey, işlerin aslında hiç tahmin etmediği bir boyutta ilerlediğine şahit olduktan sonra o eski naifliğini koruyamıyor ve ister istemez bambaşka bir insan oluyor.
Filmden aklımda kalan ilginç bir detay ise, Brazilian Jiu-Jitsu öğrenen ve derslerini de veren yönetmenin eski sevgilisi üzerinden benzer bir olayla karşı karşıya kalması ve mecburen dövüş kursuna yazılmasıydı.
Bilmeyenler ve dikkatli olmakta zorlananlar için dojo kurallarını tekrar hatırlatalım:
1- Mata ayakkabınızla basamazsınız
2- Mata yiyecek ve içecekle giremezsiniz
3- Mata girerken ve çıkarken selam vermek zorundasınız
4- Her zaman kemerinizi takmak zorundasınız
5- Gi’nizi yıkamak zorundasınız
6- Rakibinize saygı göstermek zorundasınız
7- Hafiçe vurun ya da patlayın
8- Hafifçe vurmak ya da biraz şekerleme yapmak zorundasınız
9- Su içmeyi unutmayın
10- İşe yarıyorsa kullanın
11- Silahlar zayıflar içindir (yerseniz)