The Staggering Girl (Çarpıcı Kız)
Aslında kısa filmden çok, 40 dakika süresi ile orta metraj olarak tanımlayabileceğimiz The Staggering Girl (2019), Tilda Swinton’lı “I am Love”, “A Bigger Splash” ve ”Suspiria” ve son yılların LGBT gözdesi ”Call Me By Your Name” filmlerinden tanıdığımız Luca Guadagnino‘nun son kısa filmi. Prömiyerini geçtiğimiz sene Cannes Film Festivali‘nde Directors Fortnight seçkisinde yapan ve hatta Filmekimi‘nde de gösterilen film, 15 Şubat 2020’de de MUBI‘de vizyona girdi.
40 dakikalık Valentino defilesi
Michael Mitnick tarafından yazılan film, Julianne Moore, Kyle MacLachlan (David Lynch filmlerinden tanıdığımız aktörü böyle bir rüyanın içinde oynatmak isabetli bir tercih olmuş doğrusu) ve Mia Goth’tan (A Cure for Wellness, Suspiria- hatta filmin bir yerinde Suspiria’ya göz kırpar nitelikle bir S resmi de görüyoruz), High Life) Alba Rochrwacher’e müthiş bir oyuncu kadrosunu bir araya getiriyor. House Valentino’nun yaratıcı direktörü Pierpaolo Piccioli’yle işbirliği yapılan yapımda, Valentino Haute Couture – Fall Winter 2018-2019 koleksiyonu akıyor.
Maya Deren’in Meshes of the Afternoon‘unu (1943) andıran bir çağrışımlar ve anılar silsilesinden yararlanan The Staggering Girl, bir anneyle (Marthe Keller) kızının (Julianne Moore) ilişkisini, Roma’yla New York ve geçmişle günümüz arasında gidip gelerek inceliyor.
Biyografi yazmaya çalışırken kendisini geçmişle şimdiki zaman arasında sıkışmış bulan Francesca, etrafında sürekli siyahi ”çarpıcı” bir kızı ve üzerinde de zaman zaman, artık hasta ve yaşlı bir kadın olan ressam annesinin tablosunun kıyafete bürünmüş tezahürlerini görür. Komşu dairesinde kulak misafiri olduğu bu yabancının itirafından etkilenen Francesca, hasta annesini New York’a götürmek için ikna etmek üzere İtalya’ya, çocukluğunun geçtiği eve gider. Bir taraftan annesiyle, bir taraftan da acı hatıralarıyla yüzleşecektir.
Filmin zaman çizelgesi oldukça dağınık ve her şey ilüzyonlu sahne geçişleriyle iç içe geçmiş durumda. Her adım atışında Francesca’nın zihninin dağınık parçalarına şahit olurken, Kyle MacLachlan’ını da sürekli farklı karakterler olarak izliyoruz. Bu dağınıklık, 40 dakikaya sıkıştırılmak yerine biraz daha zamana sahip olsa daha iyi olabilirmiş.
Ryuichi Sakamoto imzalı müzikleri ve başarılı oyuncu kadrosuyla Julianne Moore’un İtalyan ve Alman aksanına, sanata ve modaya doyacağınız film, iyi kadroya rağmen herhangi bir beklentiye girmeden izlenenince keyif verebiliyor. Bu filmi sevenlerin ya da en azından izlemeye teşebbüs edenlerin Maya Deren ve Man Ray yapımlarına da bakmalarını salık veririz. Filmi 28 gün boyunca MUBI üzerinden izleyebilirsiniz. Hatta sinema TV okuyorsanız MUBI üzerinden ücretsiz bile izleyebilirsiniz. Resmen reklam gibi oldu ama değil maalesef… Sadece heyecan.