FYRE: The Greatest Party That Never Happened, Netflix yapımı, gerçek bir hikayeye dayanan bir belgesel. Olayın özeti şu, Çiftlik Bank gibi düşünün aslında temelini; adamın teki ”Escobar’ın eski adasında dünyaca ünlü modellerin ve jet sosyetenin olduğu bir festival yapacağım ve hepimiz harika zaman geçireceğiz, sizi özel jetle getirteceğim, hazine avı oyunları bile olacak” gibi ilgi çekici vaatlerle reklamını yapıyor ve bu festival özelinde inanılmaz bir merak oluşturuyor. Öyle ki, tüm biletler aylar öncesinden satılıyor.
Bunun haberini yapan VICE gibi dergilerin editörleri ve tanıtım reklamı için çağırılan ünlü mankenler bile gerçekten böyle bir etkinliğin, bahsedildiği şekilde gerçekleştirileceğine inanıyorlar (hatta onlara da sosyal medya paylaşımları karşılığında festivalin en değerli köşesinde villada ücretsiz konaklama imkanı sunuluyor). Gelin görün ki işin aslı öyle olmuyor tabii ve Battle Royale (Batoru rowaiaru) gibi, Sineklerin Tanrısı gibi bir kurguda yaşam mücadelesi vermeye başlıyor gelenler. Sonrasında bu etkinliğin fikir babası ve umut taciri adamımıza Federal Mahkeme’den sayısız dava açılıyor ve olaylar gelişiyor. Bu kısımdan sonrası izlemeyenler için keyif kaçırıcı detaylar içermektedir.
Aslında bu bir festival haberine dönüşmeden önce, menajerlik uygulaması olarak tanıtılıyor. Ünlüleri çeşitli etkinliklere getirmenin ne kadar zor ve dolambaçlı olduğunu keşfeden Fyre kurucusu Billy McFarland (adını Google’ladığınızda Wikipedia makale başlığı ”dolandırıcı” olarak çıkıyor) ve suç ortağı müzisyen Ja Rule (Jeffrey Atkins), bunu milyon dolarlık yatırım değeri taşıyan bir platform olarak pazarlamaya başlıyor. Uygulamanın tasarımcısı da, bu fikri tanıtmak için sektörden sivri isimlerin, profesyonellerin yer aldığı bir etkinlik düzenlemeyi teklif ettiğinden bahsediyor belgeselde. Fikir Billy’nin kafasına saplantılı derecede yatıyor ve kendi kendine büyüyor.
Bir yandan yatırımcılarla da konuşup, Fyre Festivali’nin pazarlanması için en yetenekli ekipleri oluşturuyorlar ve herkes Billy’nin ne kadar temiz, güvenilir ve zeki bir girişimci olduğunu düşünüyor. Bu en iyi ekipler, en iyi tanıtım ajansları, en iyi kreatif direktörler Bahamalar’a gelip can alıcı çekimler yapıyorlar ve festival zamanı yaklaşana kadar sosyal medya hesaplarından, bu profesyonel çekimlerden kareler paylaşılmaya devam ediyor.
Bir süre sonra etkinliğin geçeceği adayla ilgili bir isim sıkıntısı çıkıyor ve terk etmek zorunda kalıyorlar. Yine bu kadar kişi için altyapısı olmayan, inşaat halinde bir adaya zar zor geliyorlar ve buranın paylaşımdaki görüntülerle de alakası yok. Zaman aktıkça ve açılış günü yaklaştıkça sosyal medya hesaplarına sorular gelmeye başlıyor hem ulaşım hem de konaklamayla ilgili. Asla cevap verilmiyor, geçiştiriliyor. En sonunda da olumsuz yorumların hepsi siliniyor. Politika bu. Personel, VIP konuklar ve müşteriler için bırakın tuvalet ve yemek ihtiyacını, konaklama için bile yeterli yatakları yok ellerinde. Websitelerinden tamamını sattıkları 3-4 farklı konaklama alanından eser yok.
Bir yandan insanların nasıl bu kadar kandırılmaya müsait olduklarına şaşırırken, bir yandan da Billy denen sözde girişimci yalancının ve dolandırıcının, bu kadar aleni şekilde yalan söylemesine rağmen, nasıl bu raddeye kadar her seferinde para bulup işi ilerlettiğine inanmakta güçlük çekiyorsunuz izlerken.
Muz Cumhuriyeti’nin başkanı Billy’nin etrafındaki isimler, ”gel yol yakınken gerçekleri söyleyelim en azından beklentileri çok üst seviyelere çıkarmayız ve gelenler biraz daha toleranslı olabilir” diyorlar ama Billy asla pes etmiyor ve ”fişi çekemeyiz, devam etmeliyiz” cevabını veriyor her seferinde. İşin komiği, bir yandan bu işten çoktan yanık kokusu alan araştırmacı gazetecimiz var tabii ki ve o da adaya gelip gizli gizli çekimler yaparak bir haber sitesi oluşturuyor. Gerçekleri tüm şeffaflığıyla yayınlamaya devam ediyor.
Yardım alınan 30 yıllık yapımcılardan biri, berbat bir şekilde gerçekleşmeye hazır olan festivale üzülürken Woodstock’u (günlerce yollarda kalan insanlar, çamur kaymaları, açlık ve susuzluk, aşırı dozdan ölenler vb.) düşünerek rahatlamaya çalıştığından bahsediyor. Ama maalesef sene 1969 değil ve Fyre, Woodstock olarak pazarlanmadı.
Derken son bir gece kala, alana çok şiddetli yağmur yağmaya başlıyor ve fırtına çıkıyor. Etrafta bitmemiş bir saha, ıslanan çadırlar (konuklara çadır yerine villa satıldığını bahsetmeden geçmeyelim) ve suni kum var. Çalışanlar gülme krizine giriyor. İnsanların uçaktan indikten sonra alana ne bir ulaşım yolu, bir şekilde ulaşsalar da ne de kalacak yerleri var artık. Survivor adası tam.
Nispeten uzun sayılan belgeselde artık bir saat sonra festival gününe başlıyoruz. Ekonomi sınıfından hallice tuttukları uçakla adaya getirdikleri insanları, festival alanı yerine bir restoranda yaklaşık altı saat mahsur bırakıyorlar. Sonrasında, festival katılımcılarının çektiği gerçek görüntülerle, villa vaadiyle kandırılan insanların etrafı yağmalamalarına ve delirmelerine şahit oluyoruz. Tabii ki bu durumun Twitter’a yansıması da Fyre’ın ipliğini pazara çıkarıyor. Maalesef uygulama için çalışan ve festival yönetimine dahil olmayan yazılımcılar ve tasarımcılar da çöküşe uğruyor ve istifa etmeye zorlanıyorlar. Kaçınılmaz son.
Züppeler dolandırılınca, melekler kanatlarına kavuşur. – @snarkycindy
Sahte belgelerle ve vaatlerle yatırımcıları dahil binlerce kişiyi dolandıran ”başarılı satıcı” ve çalışanların deyimiyle ”yüksek işlevli sosyopat” Billy McFarland’a milyon dolarlık dava açıldı ve kefaletle serbest bırakıldı. Her şey bitti sanıyorsunuz değil mi? Adamımız henüz yeni başlıyor aslında.
Elinde boş hayal sattığı binlerce kişinin e-posta’sı olan Billy, tabii ki yenilmiş bir pehlivan olarak güreşe doymuyor ve zengin ve kolay avlanabilir olarak gördüğü bu insanlara, Frank adında birinden düzenli aralıklarla, olmayan etkinliklerin indirimli ve özel e-posta davetlerini yollamaya başlıyor – satın alınmayan Met Gala biletleri (Vogue’un genel yayın yönetmeni Anna Wintour tarafından onaylanması gerekiyor hepsinin normalde) dahil. Burada zaten duruma uyanmaya başlayanlar oluyor.
Bu durumun haberinin yapılmasından sonra Billy tekrar dolandırıcılık, para aklama, kimlik hırsızlığı ve tanığı korkutma gerekçeleriyle 2018’de tutuklanıyor ve bir ticaret şirketinin çalışanı ya da yöneticisi olması tamamen yasaklanarak altı yıl hapis cezası alıyor. 6 sen sonra ne olacağı meçhul. Ekşi Sözlük yazarı yamano‘nun dediği gibi, bu belgeselin arkasında Billy’nin olup olmadığından şüphe etmeye başlıyorsunuz sonlara yaklaştıkça. Gerçekten bize gösterilen aurası, hiç yara almadan atlatıyor olayları The Staircase‘te olduğu gibi.
Özetle, ortalama 30-40 dakikaya sığacak bir hikayeden bir buçuk saatlik belgesel yapmaya çalışmışlar ve çıkarılması gereken ders en basit haliyle ”bu devirde babanıza bile güvenmeyin” oluyor.