the brutalist
the brutalist

Brady Corbet’in “The Brutalist”ine Dair Derinlikli Bir Bakış

The Brutalist

Sinema dünyasında Michael Haneke’nin Funny Games (2007) filmindeki sarsıcı derece psikopat karakterlerden birini canlandırarak dikkatleri üzerine çeken Brady Corbet, sonraki yıllarda yönetmenlikte ve senaristlikte de kendini kanıtlamış, çok yönlü bir sinemacı. Toplamda 38 filmde oyuncu, 9 filmde senarist ve 7 filmde yönetmen olarak yer alan Corbet, son uzun metraj filmi The Brutalist ile kariyerinde yeni bir zirveye ulaşmış gibi görünüyor. Film, dünya prömiyerini önemli festivallerde gerçekleştirdikten ve 10 dalda Oscar adaylığı kazanarak sinemaseverlerin gündemine oturduktan sonra, Türkiye’de 31 Ocak’ta sınırlı sayıda salonda vizyona girdi. Büyük bir sinema zinciri, filmin üç buçuk saati aşan süresinin ticari risk taşıdığını düşünerek gösterimden vazgeçse de, seyirciler yine de az sayıdaki özel sinemada bu yapımı izleme fırsatı yakalıyor.

Bu yazıda, The Brutalist’in teknik ve sanatsal özelliklerinden, tarihi sinemaya göz kırpan yolculuğundan ve yaratıcı ekibin yapay zekâ kullanımına kadar pek çok boyutuna değineceğim. Aynı zamanda, filmin “kurgusal biyografi” yaklaşımını, mimarlık ve travma temalarını ve Corbet’in yönetmenlik üslubunun nasıl evrildiğini tartışacağım.


VistaVision Geri Döndü: Tekniğin ve Estetiğin Dansı

The Brutalist, 35 mm filmin yatay olarak geçirilmesiyle sekiz delikli, olağanüstü çözünürlüklü kareler yaratan VistaVision formatında çekildi. Yönetmen Brady Corbet bu tercihini, “1950’lerin ruhunu yansıtmanın en iyi yolunun, aynı on yılda tasarlanmış bir teknolojiyi kullanmak olduğunu düşündüm,” diyerek açıklıyor. VistaVision, özellikle 1950’ler ve 60’larda Hollywood filmlerine farklı bir geniş ekran deneyimi kazandırmasıyla bilinen bir format. Zamanla bu formatın yerini daha ekonomik ve kolay yönetilebilir dijital teknolojiler almış olsa da, The Brutalist gibi yüksek sanat değeri gözeten yapımlar, nostaljik ve çarpıcı bir görsel deneyim sunmak için buna tekrar şans veriyor.

Film sonrasında sinemalarda 70 mm kopyalarla gösterime girmesi de ayrı bir nostalji unsuru. Quentin Tarantino’nun The Hateful Eight (2015) ile yeniden canlandırmaya çalıştığı 70 mm “roadshow” deneyimi, bu sefer The Brutalist’le izleyicilere sunuluyor. Üstelik filmde, tam 15 dakikadan geriye doğru sayan bir “ara” (intermission) sekansı da var. Yarım asır öncesinin destansı epiklerinde (örneğin Kleopatra veya Arabistanlı Lawrence) sıkça kullanılan bu uygulama, dijital çağda seyirciler için hoş bir sürpriz oluyor.


3 Saat 34 Dakikalık Yolculuk ve Epik Film Geleneği

The Brutalist’in üç saat 34 dakikayı bulan süresi, onu En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilen en uzun beşinci yapım konumuna taşıyor. Önünde yer alan klasikler ise sırasıyla Kleopatra (4 saat 8 dakika), Rüzgar Gibi Geçti (3 saat 46 dakika), Arabistanlı Lawrence (3 saat 42 dakika) ve On Emir (3 saat 40 dakika). Corbet, sinema tarihinde zaten güçlü bir yeri olan “epik” kategoriyi, modern bir hikâyeyle harmanlayarak yeniden yorumluyor.

Bu uzunluk her ne kadar ticari açıdan riskli görülse de (nitekim Türkiye’de büyük bir zincirin filmi göstermemesinin en önemli nedenlerinden biri de bu oldu), sinemayı bir sanat formu olarak gören ve sinema salonunda uzun soluklu deneyime değer veren izleyiciler için ayrı bir cazibe unsuru. Özellikle filmin ortasında verilen ara, izleyicinin hem hikâyenin ilk yarısını sindirmesine olanak tanıyor hem de nostaljik bir festival ruhu yaşatıyor.


Mermer Ocaklarından Yükselen Sembolizm

Filmin çekimleri 16 Mart – 5 Mayıs 2023 tarihleri arasında, toplam 34 gün boyunca Macaristan’ın Budapeşte kentinde ve İtalya’nın ünlü Carrara mermer ocaklarında gerçekleştirilmiş. Carrara sahneleri, “mermer”in sembolik anlamını filmin ana temalarından birine dönüştürüyor. Michelangelo’nun Pietà heykelini yonttuğu aynı taş ocağı, yönetmenin kamerasında adeta bir metafora dönüşüyor: Yaratıcılığın ve yıkımın iç içe geçişi. Pietà, Vatikan’da sergilenen, bedeni yüceltilen İsa Mesih ve Meryem Ana figürünü yansıtan bir şaheser; ancak 1972’de Laszlo Toth (ilginç biçimde filmdeki kurgusal mimarla aynı adı taşıyan ama bambaşka bir kişi olan bir jeolog) tarafından 15 darbeyle tahrip ediliyor. Bu gerçek hayattaki tahribat hikâyesi, filmin brutalizm akımına dair yorumunu da güçlendiriyor: Bir yandan inşa, diğer yandan imha.


Sahte Biyografi: László Tóth’un İzinde

Film, Todd Field’in Tár (2022) yapımına benzer şekilde, kurgusal bir kahramanın biyografisini anlatıyormuş gibi yaparak izleyiciyi hikâyenin gerçekliğini sorgulamaya itiyor. Savaş sonrası Avrupa’dan Amerika’ya göç eden, Bauhaus ekolünden izler taşıyan bir brutalist mimar olan “László Tóth”un hayatına odaklanıyoruz. Onun yükselişi, mimarlık dünyasında betonun ve keskin hatların kimileri tarafından sanat olarak görülmesi, kimileri tarafından soğuk ve ruhsuz bulunduğu gerçeğiyle çarpışıyor.

Tóth karakteri, mimarinin aslında yalnızca binalardan ibaret olmadığını, mimari formların insanlığın travmalarını, umutlarını ve hatta içsel çatışmalarını yansıtabileceğini gözler önüne seriyor. Gerçek hayatta Paul Rudolph, Louis Kahn ve Marcel Breuer gibi ünlü brutalist mimarlardan ilham alındığı sıkça dile getirilse de, Tóth diye biri hiç yaşamamış. Bu durum, filmi izleyenin salondan çıkar çıkmaz Google’da “Gerçekten böyle bir mimar var mıydı?” diye aratma isteğini tetikliyor.


Yapay Zekâ ile Dilde Mükemmellik

The Brutalist’in post-prodüksiyon süreci, günümüz teknolojisinin nimetlerinden sonuna kadar faydalanmasıyla da dikkat çekiyor. Özellikle Macarca diyalogların mükemmelleştirilmesi için kullanılan üretken yapay zekâ, sinema dünyasında hâlâ tartışma konusu. Editör Dávid Jancsó’nun anlattığına göre, Adrien Brody ve Felicity Jones gibi yıldızlar bile Macarca gibi zorlu bir dilin telaffuzunu tam olarak oturtmakta zorlanmışlar. ADR (Automated Dialogue Replacement) kayıtlarının yetmediği noktalarda, Ukraynalı Respeecher şirketinin yapay zekâ çözümleri devreye girmiş.

Buradaki amaç, oyuncuların performansını sıfırdan değiştirmek değil; telaffuzdaki pürüzleri, kulağı rahatsız eden ya da doğru anlaşılmayan kısımları ince ayarlarla düzeltmek. Jancsó da kendi sesini, yapay zekâ modeline yerleştirerek “eksik parçaları dolduran” bir kaynak gibi kullanmış. Böylece, doğal bir akış korunarak Macarca diyaloglar neredeyse kusursuz bir hâle getirilmiş. Yapay zekâ kullanımının en çok tartışılan boyutu ise, sinemada insan emeğinin ne kadar yerini alabileceği ve bu araçların etik açıdan nasıl çerçeveleneceği. The Brutalist, bu konuda dengeli ve özenli bir yaklaşım sergilese de, gelecekte yapay zekânın sinema alanında daha da yaygınlaşacağına dair işaretler taşıyor.


Mimari Çizimler ve Dijital Sanat

Yapay zekânın filmdeki bir diğer kullanım alanı da, László Tóth karakterinin “yarım kalmış” veya “henüz taslak hâlindeki” projelerini canlandıran dijital sahneler. Venedik Bienali benzeri ortamlarda boy gösterecek kurmaca binalar ve çizimler, yapay zekâ desteğiyle oluşturulmuş. Yönetmenin ifadesiyle amaç, izleyiciyi tıpkı Tóth’un gerçek bir mimar olduğuna inandıracak kadar detaylı tasarımlar sunmak. Bazı sahnelerde, Tóth’un mimari anlayışını yansıtan ve gerçekte var olmayan binaların maketleri, çizimleri ve animasyonları görülüyor. Bu, dijital teknolojinin hikâye anlatımını nasıl zenginleştirebileceğinin güzel bir örneği.


Ekşi Sözlük’ten Sosyal Medyaya: Tepkiler ve Yorumlar

Türkiye’de film 31 Ocak’ta sınırlı salonda gösterime girer girmez, başta Ekşi Sözlük olmak üzere birçok platformda tartışma konusu oldu. Bazı izleyiciler, The Brutalist’in uzun süresine rağmen sıkmayan, görsel açıdan da doyurucu bir seyirlik sunduğunu belirtirken, kimileri filmin ikinci yarısının durağan olduğu görüşünde. Özellikle yolculuk ve aile dramı sahnelerinin uzatıldığı ve ritmin düştüğü eleştirisi var.

Seyircilerin ortak övgü noktası ise VistaVision’ın sağladığı görsel kalite ve 70 mm kopyaların izleyiciye sunduğu geleneksel sinema deneyimi. Beton yüzeylerin, mermer dokuların, dönem kostümlerinin ve mimari mekânların detayları, bu formatla çok daha çarpıcı bir biçimde perdeye yansıyor. Bir diğer tartışma konusu da yönetmen Corbet’in “eski usul” sinema aşkına rağmen “yapay zekâ” gibi güncel teknolojileri cesurca kullanması.


Kurmaca Tarihle Gerçek Tarih Arasında

Corbet, daha önce The Childhood of a Leader (2015) ve Vox Lux (2018) filmlerinde de tarihi gerçekler ve kurmaca olayları harmanlayarak, izleyiciye farklı bir pencereden bakma olanağı sağlamıştı. Bu sefer II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’dan Amerika’ya göç eden bir mimar üzerinden, göçmenlik, kültür şoku ve yeni bir toplumda var olma mücadelesi gibi evrensel temalara değiniyor. Brutalizm, salt bir “beton estetiği” değil; savaş yıkımından çıkmış bir kuşağın hem gelecek umudunu hem de acılarını yansıtan bir sanatsal dil olarak karşımıza çıkıyor.

Film boyunca Tóth’un kişisel hayatındaki gerilim, ailesiyle ve iş çevresiyle çatışmaları, sanatsal üretiminin doğasını şekillendiriyor. Corbet, bir yandan epik bir görsel dille konuşurken diğer yandan karakterinin iç dünyasına odaklanmayı ihmal etmiyor. Özellikle ikinci ve üçüncü saatlerde, Tóth’un iç hesaplaşmalarını uzun plan sekanslarla, sessiz anlarla yansıtan sahneler bazen sabır gerektirse de, sabır gösteren seyirciyi derin bir duygu durumu karşılıyor.


Bir Sinema Deneyimi Olarak The Brutalist

The Brutalist, nostalji ve yenilikçiliği aynı potada eriten, güçlü bir auteur dokunuşuyla oluşturulmuş bir yapım. VistaVision formatı, 70 mm gösterim, yol gösterici bir ara (intermission) ve yapay zekâ ile mükemmelleştirilmiş diyaloglar birleşince, izleyiciye hem geçmişe selam çakan hem de geleceğin sinemasından izler taşıyan bir deneyim sunuyor. Elbette bu deneyim, herkes için aynı derecede tatmin edici olmayabilir. Filmin yavaş tempolu yapısı ve 3 saat 34 dakikalık süresi, hızlı kurgu ve tempolu anlatı seven kitleye uzun gelebilir.

Ancak Corbet’in niyeti, anlaşılan o ki izleyiciyi sabırlı bir yolculuğa davet etmek. Tıpkı bir mimari yapıyı, temelden çatıya dek zahmetle inşa etmek gibi, film de karakterlerini ve temalarını yavaş yavaş inşa ediyor. Bu açıdan, film sınırlı sayıda salonda gösterilse de, sinema salonunda izlenmeyi hak eden bir eser. Dijital platformda izlenecek olsa bile, geniş ekran ve güçlü bir ses sistemi olmadan The Brutalist’in tam anlamıyla tadına varmak zor.


Sonuç: Bir Deney ve Bir Meydan Okuma

Brady Corbet, The Brutalist ile sinemaya “brutalist” bir meydan okuma getiriyor denebilir. Yönetmen, epik bir kurmaca biyografi anlatırken, görsel-işitsel teknolojinin hem klasik hem de ileri düzey imkânlarını kullanıyor. The Brutalist, izleyiciden süre ve sabır açısından ciddi bir yatırım isteyen, ancak bunun karşılığında büyüleyici görüntüler ve incelikli bir hikâye sunan bir film.

Eğer geleneksel sinema deneyimini özlüyor, aynı zamanda dijital çağın yeniliklerinden de beslenen yenilikçi projelere ilgi duyuyorsanız, The Brutalist sizi cezbetmeye aday. Özellikle üretken yapay zekânın sinemada nasıl kullanılabileceğini merak edenler için film, ileriye dönük bir model sunuyor. Corbet’in “eskiye saygı ve geleceğe açılım” yaklaşımı, sinema sanatının her daim değiştiğini ve büyüdüğünü bir kez daha kanıtlıyor.

Özet
Brady Corbet, The Brutalist ile sinemaya “brutalist” bir meydan okuma getiriyor denebilir. Yönetmen, epik bir kurmaca biyografi anlatırken, görsel-işitsel teknolojinin hem klasik hem de ileri düzey imkânlarını kullanıyor. The Brutalist, izleyiciden süre ve sabır açısından ciddi bir yatırım isteyen, ancak bunun karşılığında büyüleyici görüntüler ve incelikli bir hikâye sunan bir film. Kimi seyirciler ara bölümünde salonu terk edip “fazla yavaş” olarak nitelerken, kimileri bu deneyimi tam bir “sinema şöleni” olarak yorumluyor. Eğer geleneksel sinema deneyimini özlüyor, aynı zamanda dijital çağın yeniliklerinden de beslenen yenilikçi projelere ilgi duyuyorsanız, The Brutalist sizi cezbetmeye aday. Özellikle üretken yapay zekânın sinemada nasıl kullanılabileceğini merak edenler için film, ileriye dönük bir model sunuyor. Corbet’in “eskiye saygı ve geleceğe açılım” yaklaşımı, sinema sanatının her daim değiştiğini ve büyüdüğünü bir kez daha kanıtlıyor. Memleketimizdeki kısıtlı gösterim imkânlarına rağmen, bir şekilde salonda yakalamaya değecek, uzun metraj bir deneyim sizleri bekliyor.
OBİÇİM Puanı
80
IMDb Puanı
80
Okuyucu Derecelendirmesi0 Oy
0
80

Zeen is a next generation WordPress theme. It’s powerful, beautifully designed and comes with everything you need to engage your visitors and increase conversions.