Aralarında garip bir bağ ve cinsel gerilim (~Femslash) olan bir dedektifin ve bir kiralık katilin hayatlarının sürekli birbirine dolanmasını izlediğimiz, aksiyonun ve yer yer komedinin ağır bastığı güzel bir kedi fare oyunu Killing Eve ve Luke Jennings’in 4 serilik Codename Villanelle adlı kısa hikayelerinden uyarlama. Diğer bir BBC Amerika yapımı olan Orphan Black‘i izlemiş olanların da seveceğini tahmin ediyorum. Başrolde sağlam, kendinden emin ve erkeklerden başka konuşacak meselesi olan kadın karakterleri sevenler buraya.
Bir Phoebe Waller-Bridge harikası olan Killing Eve‘de üç sezondur başrollerde muhteşem üçlü Jodie Comer (Oxana Vorontsova/Villanelle), Sandra Oh (Eve Polastri), Fiona Shaw (Carolyn Martens) yer alıyor. Bölümleri Damon Thomas, Jon East, Harry Bradbeer, Lisa Brühlmann gibi ayrı ayrı yönetmenlere emanet edilen dizinin tek sıkıntısı daha fazla bölüm olmaması… Bundan sonra konuşacaklarımız izlemeyenler için keyif kaçırıcı detaylar içerebilir. İlk iki sezonun kısa bir toparlamasını da aşağıdaki BBC America videosundan yakalayabilirsiniz:
Eve’in kariyerinin uluslararası suikastler arasındaki bağları araştıran MI5 dedektifliğinden, ne idüğü belirsiz bir restoranın mutfağında aşçılığa evrilmesi tatsız oldu. Gerçekten ölmemek için ölmüş gibi davranmakla, gerçekten ölmek arasında çok da bir fark olmadığını gösteren bir döngüde yaşıyor kadın artık. İlk sezon sonunda tam kavuştular derken Eve’in Villanelle’i bıçaklaması; ikinci sezon sonunda da ”eden bulur” prensibiyle başına benzer olayın gelmesi, asla kavuşamayacak ama birbirine zarar vermeye devam edecek inatçı ayna nöronlar gibi dolanmalarına neden olmaz umarım bu sezonda da. Sezon posterinden de anlaşılacağı gibi iki karakter de ”seni çoktan unuttum” havalarında zira.
Eve aslında henüz emekleme aşamasında olan, kendine bile açılamamış bir sosyopat (hatta hatırlarsanız ilk sezonun başlarında birini nasıl öldüreceğini tüm detaylarıyla sevgilisi Niko’ya anlattığı bir sahne vardı; ikinci sezon finali ise malumunuz); Villanelle ise bu alanda doktorasını bitirmek üzere. Birbirlerini gerçekten seviyorlar mı yoksa bu sadece benzerliğe olan, duygusuz, içi boş bir bir tutku mu tam çözebilmiş değilim hala. Dizinin en baştan beri en büyük sırrı ve devam etmemizi sağlayan motivasyonu bu düğümü. Yapıma ismini veren çift anlamlılığın da (Olay Eve’i öldürmekken, yavaş yavaş öldüren bir Eve de oluşmaya başladı) bu sezon biraz daha anlaşılır hale gelmesini umuyorum.
Diziye bu sezon katılan, eski kulağı kesik Villanelle rolünde izlediğimiz Dasha (Harriet Walter) ise, daha çok Gülse Birsel’in ilerleyen bölümlerde dizi tıkanınca getirdiği Dilber Hala, Vasfiye Teyze, Şennur gibi çeşni karakterlerini anımsattı. Eve ve Villanelle cephesindeki gelişmelere odaklanmasını beklediğimiz sezon umarım Dasha ve Villanelle’in uygulamalı eğitim dersleriyle harcanmaz…
Buraya sonraki bölümlerin incelemeleri de gelecek. Takipte kalınız.
”i think about you all the time. i think about what you’re wearing, and what you’re doing, and who you’re doing it with. i think about the friends you have, i think about what you eat before you go to work, and what shampoo you have, and what happened in your family. i think about your eyes and your lips, and what you feel when you kill someone, i think about what you have for breakfast. i just want to know everything.”
Biraz doldurma bölüm havası yakaladığım ikinci bölümde, Villanelle’in araya sıkıştırılmış gereksiz bakıcılık meselesinden, Eve’in berduşluğunun pekişmişliğine uzanan bir kırk dakikaya konuk oluyoruz.
Dasha’nın popülerliği arka plana atılmaya çoktan başlamışken, Kenny olayının akabinde devam eden soruşturma süreciyle tüm sezon geçecek gibi gözüküyor, anlaşıldı. Bu sezonun gizemi de ”Kenny ne üzerinde çalışıyordu ve neden oyuna geldi?”, bunu bulmak :/ Geçtiğimiz sezon bir süre aynı ekibe çalışan Vil ve Eve ikilisi, belki bu sezonda da bu amaç uğruna yine birlikte çalışabilir. Hatta ister misiniz muhafız olmak isteyen Vil’in, yetiştirmek üzere sorumlu olacağı kişi sonunda Eve olsun?
Ayrıca Konstantin ile Carolyn arasında nasıl bir ilişki var yine çözebilmiş değilim. Adamın rahatça etrafında dolandığı, taziyeye gittiği eve dinleme cihazı taktırması niye? Bir ilişki ağacı çıkarmak gerekebilir ilk sezondan itibaren. Buyurun sohbete:
Bu dört isim arasında bir şekilde bir irtibat var ama kilit isim Konstantin gibi gözüküyor. Üçüyle de konuşan kişi o şimdilik.
Adeta bir sezon finali havası yakaladığım üçüncü bölüm enfesti. Bölüm, adından da anlaşılacağı gibi bol esprili ve sürprizliydi. Oğlunun yasını tutamadan gününü gün ediyor sandığım Carolyn meğer yavrusu uğruna serbest ajanlık planlamış.
Yine müziklerin, kıyafetlerin ve beklentilerimin karşılanmış olmasının muhteşemliğine kapıldım epey. Öncelikle söylemem gerekir ki, Eve’in Niko’nun peşinde koşmasından sıtkım sıyrılmış durumda. Bırak artık adamı da, sen de rahatla biz de rahatlayalım be Eve. Bir çeşit suçluluk duygusuyla yanıp tutuşuyor olmalı; yoksa ”aşk bu değil”.
Tüm bunların dışında The Twelve denilen grup, ekip, şirket… Neyin peşindedir ve ne yapmak istemektedir? Kim kime çalışmaktadır? O kısım üç sezondur net olmadığı için çoğu unsur fantastik kalıyor zaman zaman. Görmediğimiz bilmediğimiz insanların kararları doğrultusunda görev atanan Sims karakterlerini izliyor gibi oluyoruz. Olsun şikayetim yok.
Sonunda zaten Vil & Eve (Villaneve) kavuşması da yaşadık. Kavuşma denilirse tabii. Ve Eve’in, sezon sonuna doğru Vil’in çırağı olacağı hipotezim de güçlenmeye başladı. Dead to Me’deki olmamışlık ve kuir tuzağı numaralar burada olmadığı için şanslıyız.
Admit it Eve… You wish I was here.
İçimden ”Şu Niko gidemedi bir diziden” derken adamı resmen göndermiş oldum sanırım totemle. Ama gerçekten Eve’in suçluluk duygusuyla mı yoksa hala Niko’yu düşündüğü için mi peşinden gittiğini anlayamadan gönderdik adamı. Dizinin en büyük kusuru daha fazla bölüm olmaması dedikten sonra bir de bunu ekliyorum ikinci sıraya. Zaten sevmediği ve zevk almadığı bir ilişkiden bir şekilde çıkmışken tekrar Şener Şen koşuşuyla adama gidiyor Eve akıl alır gibi değil.
Bir de bu sezon bu bölüme özel yaptıkları karakter geçişleri ve farklı bakış açılarıyla dolu senaryo akışını bir daha denemeseler daha iyi olur gibi geldi. Çünkü olmadı. Oturmadı ve yakışmadı. The Affair ya da True Detective izleyenler nasıl başarılı yapılması gerektiğini çoktan biliyorlardır ama bu diziye bir anda o kurguyu oturtmak olmadı sanki. Zaten Niko ve Dasha gibi doldurma karakterlerle dolu bir sezonda, hele hele bir önceki bölümde neredeyse final havası ve tadı vermişken, seyirciyi biraz aptal yerine koyan böyle deneysel bir bölüm beklemiyordum.
Diğer dikkatimi çeken unsur ise bu sezonun bölümlerinin farklı bir sıradaymış gibi yayınlanması hissi oldu. 3. Sezon 4. Bölüm aslında çok rahatlıkla ilk bölüm, bundan önceki bölüm de final olabilirdi. Daha da ileri gidecek olursak, sanki gelecek sezonlardan birer örnek bölüm gösteriyorlar gibi asimetrik bir senaryo var hatta senaryo yok bile denilebilir.
Öte yandan ”muhafız olacağım, kırbacı vuracağım” diye gezinen Vil, bir anda aile bağlarına yenik düştü ve maymun iştahlı gibi oraya odaklandı. Sosyopattan ziyade beş yaşındaki ya da akli melekeleri yerinde olmayan biri gibi davranıyor. Sonuç olarak güzel müzikler ve güzel kıyafetler dışında doğru düzgün senaryosu olmayan bir üçüncü sezonda ilerliyoruz bakalım.
Yine gerçekten gelecekteki sezonlardan birini yanlışlıkla bu sezonla karıştırarak verdikleri bir bölüm gibiydi. Karakterlerin iç dünyasına geçmişleri özelinde inmeleri güzel, ama ana senaryoyu (ki bu sezon o da yok?) hiç ederek birdenbire böyle deneysel Breaking Bad bölümü gibi sahneye çıkmak hiç güzel değil. Bu bölüm ilk sezonun sonlarına doğru ya da ikinci sezonun başlarında olabilirdi gayet. ”Acaba tüm kadro kafa iznine çıktı da bir bölümü tamamen Vil ile mi çekmek zorunda kaldılar?” diye bile düşündüm.
Tüm bölüm Rusya’da geçiyor ve Vil’in (Oxana) ailesiyle kaynaşma / yüzleşme çabalarına şahit oluyoruz. Hem kendisinin hem de izleyicilerin görmekten pişman olduğu sahneler içeriyor. ”Annesi de mi sosyopat, babasına tam olarak ne olmuş?” vb. soruları havada bırakarak tüm evi uçurup bölümü kapatıyoruz. Herhalde sonraki bölümlerde aşırı şaşıracağımız olaylar gelişecek ki bizi böyle doldurma ve gereksiz koca bir 40 dakika ile baş başa bıraktılar. Aklıma diğer bir gelen soru ise ”Dexter hiç ağlamış mıydı?” oldu ve sosyopatlar üzerinden bir genelleme yapamadım yine.
Yine kafası bulanık, kumpir gibi ortaya karışık bir bölümdü. Nedenlerini araştırmaya koyulmuşken öğrendim ki 3. sezonda ilk bölümü: Suzanne Heathcote, ikinci bölümü: Anna Jordan, üçüncü bölümü: Laura Neal, dördüncü bölümü: Elinor Cook, beşinci bölümü: Suzanne Heathcote ve altıncı bölümü: Krissie Ducker yazmış. Geçtiğimiz sezonda ise her bölümde Emerald Fennell, Luke Jennings ikilisinin dokunuşları var senaryoda. İlk sezona baktığımda ise, orada da Phoebe Waller-Bridge, Luke Jennings ikilisinin parmağı var hemen hemen her bölümde. Dolayısıyla bu sezonda bölümlerin takımdan ayrı düz koşu yapmasını açıklıyor bu durum sanki. 3. sezonda her bölümü farklı biri yazmış. Dizinin bitmesine iki bölüm kalmışken ve durum ortadayken, dördüncü sezon onayı almasına dayanarak son kalan iki kurşundan beklentim büyük açıkçası.
”Ünvanın on par’ etmez, bendeki bu güç olmasa” diye aşağılanan Vil, Eve’i ve Konstantin’in kızını alıp kaçacak mı hep birlikte göreceğiz? Belki Eve de olmaz, Konstantin ve kızı ile birlikte yeni diyarlara yelken açarlar. Hatta Vil, Irina’ya muhafızlık edecek gibi duruyor bu sefer de. Bölüm sonunda ”Jay Benedict’in anısına” yazısı ile geçen ay COVID-19‘dan kaybettiğimiz aktörü de andıklarını not düşmüş olayım bir de.
Çok sevdiğim üçüncü bölümü yazan Laura Neal’in parmağı olmasına rağmen yine ortaya karışık bölümlerden biriydi ve sezon finaline bir kala hiç tatmin edici olamadı maalesef. Şu paylaşımı oldukça haklı buldum:
Tüm sezon garip ve gereksiz (hatta konu çıkmadığı için mecburen yaratılmış gözüken) olaylar üzerinden Eve’in bu sorularıyla karşı karşıya kaldık. Hem kendini hem de ne istediğini henüz bulamamışlığın hissini tüm sezona yedirerek harcamışlar herhalde. Ve görülüyor ki Konstantin, Eve, Vil ve Carolyn sonunda birleşip 12’yi devirecek. Son sezondaki fragmanda hepsi kaynaşmış hissi veriliyor. Tüm bunların dışında, artık gittikçe artan bir seviyede aile özlemine ve sevilme ihtiyacına da şahit olmaya başladık Vil’in. Bu durum sosyopatlığını ve yaptığı işi de etkilemeye başladığı için kendisi yerine bir yedek katil de getirilmiş 12’ye.
Tam başlığı gibi bir bölümdü (dans sahnesi özellikle ilaç gibi geldi). Ama bir sezon finali gibi değildi. Daha önceki bölüm yorumlarında da bahsettiğim gibi, bu sezon karışık yayınlanmış sanki bölümler. Yine de Vil ve Eve’i bir arada görmek güzel geldi. Şu haliyle bile 4. sezon onayı alan bir diziden bahsediyoruz. Önümüzdeki sezon umarım yaratılmış olmak için yaratılan ölümlerle ve çeşni yeni karakterlerin eklenmesiyle geçmez.
”Olsun hala ümidim var”.