Bu yazı aslında filmin derinlemesine bir incelemesinden ziyade, filmle ilgili ilginç bilgilerin bir derlemesi oldu. Netflix ile iş birliği olan Mindhunter‘ı saymazsak 6 sene sonra David Fincher‘ın ekranlara dönüşünü kutladığımız bir yapım Mank. Birçok kişinin bahsettiği gibi, herkesin hoşuna gitmeyecek bir yapım hatta. Büyük Buhran, sendikalaşma, sesli sinemaya geçiş, Almanya ve Hitler tehlikesi, Hollywood büyük patronları, Irving Thalberg, William Randolph Hearst gibi isimlere ve terimlere, daha doğrusu Amerika ve Hollywood tarihine aşina olmak gerekiyor filmden zevk almak için. The Crown‘da olduğu gibi filmi durdura durdura, tarihsel bağını araştırarak izleyebilirsiniz bittabi fakat oldukça yorucu olabilir. Zira film zaten diyalog bombardımanlarından oluşan oldukça geveze bir senaryoya sahip. Senaryodaki Fincher soyadını görünce kardeşi ya da ona eş biri yazdı diye düşünebilirsiniz ama senaryosu Fincher’ın rahmetli babasına ait.
Citizen Kane‘in (1941) senaryosunu bitirmek için zamanla yarışan eleştirmen ve alkolik senarist Herman J. Mankiewicz‘in (Gary Oldman) gözünden yeniden değerlendirilen bir 1930’ların Hollywood‘u ile karşı karşıyayız. RED Monstrochrome 8K kameralarla tamamen siyah beyaz çekilen filmin renkli bir kopyası yok. 30’ların havasını yakalamak adına görüntü konusunda titiz ve takıntılı (Amanda Seyfried’in bir sahnesi için bir haftada 200 kez çekim tekrarı yapılmış) olan Fincher’ın filmi eskitmek için sigara yanığı, çizik, kazıma gibi eskitme teknikleri de kullandığı biliniyor. Film aynı zamanda 20. yüzyılın ortalarında tanıtılan stereofonik ses sisteminden önce kullanılan benzer bir mono ses karışımına sahip. Yani diyalog, müzik ve diğer ses efektlerine adanmış birden fazla film müziği yerine, yukarıda belirtilenlerin hepsinin tek bir parça üzerinde paylaşıldığı bir yapıya sahip. Fincher, filmin sanki Scorsese’nin bodrum katında bulunmuş gibi görünmesi için çok çabaladıklarını söylese de, görüntü olarak çoğu zaman günümüz kalitesiyle çekilmiş olduğunu gizlemeyi başaramıyor Mank. Buna çok takılmasam da diyaloglarıyla ve zor takibiyle beni oldukça yoran bir Fincher filmi olduğunu söyleyebilirim. Gerçekten de sadece meraklısının zevk alacağı niş bir yapım olmuş ve Scorsese yönetmenliğine de yakışabilirmiş.
Laternacının Maymunu kıssasını bilir misin?
Film aslında David Fincher’ın The Game (1997)’den sonraki bir sonraki projesi olacakken, stüdyonun siyah beyaz çekim fikrine sıcak bakmamasından sonra rafa kaldırılıyor. Çünkü Fincher “Citizen Kane”den esinlenerek siyah-beyaz olarak çekmek istiyor filmi. Nitekim Netflix ile birlikte öyle de oluyor.
Mank, Herman J.Mankiewicz, Orson Welles ve William Randolph Hearst arasında Citizen Kane (1941) yapımı üzerine yaşanan savaşların hikayesini anlatırken, aynı zamanda sinemadan emekli olan süperstar Marion Davies üzerindeki etkilere de dikkat çekiyor. Davies’in 1934’te filmleri para kazanmadığı için MGM’den ayrıldığını söylüyor. Ama aslında Davies, Warners için MGM’den ayrılıyor çünkü istediği rolleri alamamaya başlıyor ve 1924-34 MGM filmlerinin neredeyse tamamı para kazandıran yapımlar oluyor aksine.
RKO Radio Pictures, son radyo tiyatrosuyla bir anda ünlenen Orson Welles’e iki adet film teklifinde bulunuyor. Bu dönemde böyle bir teklif bir sinemacıya yapılan en büyük teklif. RKO, Welles’ten bu projeyi yazmasını, yönetmesini, yapımcılığını yapmasını ve de başrolünde oynamasını istiyor. Welles’in RKO’ya götürdüğü ilk iki proje beğenilmemiş ancak sunduğu üçüncü proje yapımcıların hoşuna gitmiştir. Projenin adı Citizen Kane’dir (Yurttaş Kane).
Welles, Herman J. Mankiewicz ile yazdığı senaryoda William Randolph Hearst, Robert McCormick ve Joseph Pulitzer gibi kişilerden ilham almıştır. Film henüz yapım aşamasındayken köşe yazarlarının ve Hollywood’un en iyi sinemacılarının ilgisini çekmiştir. Welles’in oyuncuları öncelikli olarak Mercury Tiyatrosu’ndan seçtiği filmin çekimleri on hafta sürmüştür.
1941’de vizyona giren filme gösterilen ilginin bir kısmı filmin Randolph Hearst’in hayatından kesitler sunduğu dedikodularından kaynaklanmıştı. Filmin hikayesinin orijinal olmadığı ve Hearst’ün hayatından çalıntı olduğu Hollywood büyüklerinin arasında konuşuluyordu. Bütün bunların yol açtığı ilgi ve tartışmalarla beraber RKO tehditler almaya başladı. Bu yüzden filmin tanıtımı yapılamamış, birçok sinema salonu filmi göstermeyi reddetmişti. Filmi izleyebilen kesimin tepkisi olumlu yönde olmasına rağmen stüdyo Citizen Kane yüzünden zarara uğramış ve filmin vizyon tarihini de olabildiği kadar ertelemeye çalışmıştır. Hikayenin devamı için Tan’ın yazısını okuyabilirsiniz.
Mank’tan sonra yönetmenin Netflix ile dört senelik bir anlaşma da imzaladığını belirtelim. House of Cards, Mindhunter ve Mank’ten sonra bizleri nelerin beklediğini herkes gibi aşırı merak ediyorum. 40 yıllık kariyerine toplamda Mank ile birlikte 11 uzun metraj sığdıran titiz yönetmen, umarım bu anlaşma yüzünden seri üretim kaygısıyla çizgisinden ödün vermez. Hollywood tarihine ve entrikalarına meraklıysanız Hollywood ve F for Fake‘i de izlemenizi öneririm.