Birkaç hafta boyunca tatmin olma açısından bir kuraklığın içinde olan sinemalarımız, bu hafta ‘çok şükür’ dedirten bir filmle aydınlanıyor. Parasite (Parazit), Güney Kore sinemasının en önemli isimlerinden olan Bong Joon-ho’nun yeni filmi.
Genel sinema izleyicisi belki de Joon-ho’yu İngilizce dilinde çektiği en güncel iki filmi olan Snowpiercer ve Okja ile tanımış olabilir ancak kendisinin önceki filmleri de izlenip incelenmeye değer filmler olarak karşımıza çıkıyor. Bahsettiğim filmler The Host, Mother ve Memories of Murder. Üçü de farklı anlamlarda ve kendi tonlarında kelimenin tam anlamıyla ‘fantastik’ filmlerdir. Bong Joon-ho’nun belki de çoğu tarafından izlenilmeyen veya bilinmeyen filmleri olsa da hikâye, performans ve teknik açılardan bir başarı öyküsü olduklarını hissettiriyorlar… tıpkı Parasite gibi.
Şu an bu yorumu okuyor ve filmi izlememişseniz, filmle ilgili hiçbir yerde hiçbir şeye bakmadan gidip izlemenizi öneririm. Kaliteli sinemanın, öncesinde bilmeniz gereken herhangi bir konuya ya da gidip izlemeniz için bahaneye ihtiyacı yok. Güzel bir film izlemek istiyorsanız, buyurun. Ben de bu sırada size neden bu filmin bu kadar güzel olduğunu açıklayayım.
Bong Joon-ho, filmografisine baktığımızda her farklı türe ayağını daldırmak isteyen bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Parasite’te ise çektiği farklı türdeki bütün filmlerin tonunu alıp bu filme koyuyor. Parasite, bazı anlarda komedi (ve gerçekten kalpleri ısıtan, akıllara kazınan, akıllıca bir komedi), bazı anlarda bir soygun filmi, bazı anlarda bir aile dramı ve bazı anlarda da nefesimizi tuttuğumuz bir gerilim filmi. Ve kimi zaman bu kadar fazla tonu bir filme sıkıştırmak filmi ‘tonsuz’ yapabilir ve bir sahnesine inanırken, hemen ardından gelen sahne filmin inandırıcılığını ortadan kaldırabilir. Bunu Lars von Trier’ın son birkaç filminde gördük. Ancak Parasite, her farklı sekansın üstesinden olabildiğince iyi ve profesyonel bir şekilde kalkıyor. Ve bunu yapmanın ne kadar zor olduğunu bilmemize rağmen, kesin bir kararlılıkla yazılmış her kelimesi, muhteşem bir kurgu ve zamanlama ve birbirleriyle mükemmel oynayan oyuncularla hiç çaba harcanmadan sunulmuş gibi gözüküyor.
Kusura bakmayın, bu kadar güzel filmler sinemalarımıza her zaman gelmiyor ancak gelince de gerçekten övgü yağdırmaya değiyorlar. Bu yüzden övgülerime devam edeceğim… Bong Joon-ho, filmin senaryosuyla bize sanki bir ‘masterclass’ veriyor. Filmin senaryosu, karakterlerin derinlemesine yazımı ve neredeyse her sahnede hikâyeyi geliştirerek yeni bir yere çekme gibi genel alanlarda başarılı olmasına karşın aslında bizi filmdeki detaylarla kendine çekiyor. Bize önemsiz gözüken bazı şeylerin (aksesuarlardan tutun, ışıklandırmaya kadar) filmin başında tanıtılıp unutturulmaması ve daha sonrasında gerçekten hikâyenin önemli bir parçası haline gelmesi, Joon-ho’nun ne kadar iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu gösteriyor.
Joon-ho’nun vizyonunu istikrarlı bir şekilde perdeye yansıtmasının yanında filmdeki performanslara da küçük bir paragraf açmamız gerekiyor. Herkes rolünü hakkıyla oynamış olmasına rağmen Joon-ho’yla uzun bir iş birliği geçmişine sahip Kang-ho Song filmin her sahnesini çalıyor. Zaten filmin hikayesi gereği çoğu zaman ‘hikâye içinde bir hikaye’ performansını canlandıran Song, fiziksel performansı dışında sadece mimikleriyle bile gözlerimizi kendisine kilitlemeyi başarıyor.
Filmin ilgi çeken o kadar çok yanı var ki hiçbir sahnenin hiçbir detayı zaman harcamaya veya doldurmaya yönelik değil. Her diyalog, karakterlerin arasındaki bağlantıyı güçlendirmek ve hikâyeyi geliştirmek için yazılmış. Bize absürt gözüken her detay, daha sonradan hikâyeyi birbirine bağlayan bir parçası haline gelmesi için gösterilmiş. Her oyuncu, komedi olsun, dram olsun, gerilim olsun karakterlerine tamamen bürünerek ve seyirciye empati ve sempati duygularını hissettirerek oynamış. Filmde anlatılan her tema, bu zenginlik-fakirlik, kadınlık-erkeklik, tutuculuk-özgürlük olsun, bir amaçla işlenmiş. İşte bu sebeplerden dolayı, Cannes Film Festivali’nde en iyi film ödülü olan Palme D’or’u kazanan bu filmi, haftaya Recep İvedik 6 bütün sinema salonlarını kapattırmadan izlemeniz gerekiyor. Çünkü yapmazsak ne sinema ayakta kalabilir ne de biz böyle filmleri ülkemizde izlemeye devam edebiliriz.