🔍 Film İncelemeleri

Tereddüt Çizgisi (2023) – Film İncelemesi

Tereddüt Çizgisi (2023) İncelemesi

Selman Nacar’ın ikinci uzun metraj filmi Tereddüt Çizgisi, İstanbul Film Festivali 2024 programının dikkat çeken yapımlarından biri olmasının yanı sıra, son dönemde Türk sinemasında mahkeme dramaları ekseninde farklı bir yerde konumlanmayı da başarıyor. Yönetmenin hukuk fakültesi mezunu olması, hem hikâye akışındaki hukukî alt metni güçlü kılıyor hem de karakterlerin yazımına gerçekçi bir boyut katıyor. Özellikle daha önce Nacar’ın ilk filmi İki Şafak Arasındada dikkat çeken avukat rolüyle Erdem Şenocak’ın (bu defa da avukat kimliğiyle) geri dönüşü, türün meraklılarını ve bağımsız sinemaya ilgi duyan seyirciyi heyecanlandırıyor.

Bu yazımızda, filmi derinlikli bir şekilde ele alacak, öne çıkan temalarına ve teknik unsurlarına değinirken, yer yer izleyicilerin yorumları da referans alacağız. Ayrıca Tereddüt Çizgisi’nin isminin, adlî tıpta intihar vakalarındaki “şüpheli ölüm” ihtimalini kuvvetlendiren bir gösterge oluşunu, yönetmenin hukuk formasyonuyla nasıl birleştirdiğini de inceleyeceğiz. Tabii ki filmin, Necla Akdeniz’in aynı adlı kitabıyla hiçbir ilgisi olmadığı bilgisini vurgulayarak başlayalım.

Konu ve Karakterler

Tereddüt Çizgisi, avukat Canan (Tülin Özen) üzerinden şekillenen bir hikâyeye sahip. Ancak filmin en önemli yanı, onu mahkeme salonuyla sınırlamayıp karakterin hayatındaki başka gerilimler ve belirsizlikler üzerinden de ilerlemesi. Mahkeme draması dediğimizde, Amerikan sinemasında Aaron Sorkin tarzı replik yoğun, entelektüel düellolarla dolu filmler aklımıza gelse de Selman Nacar, çoğunlukla suskunluk, gerilim ve -zaman zaman- eksik diyalogların yarattığı o “belirsiz” atmosferden besleniyor.

Burada bir parantez açarak, yönetmenin ilk filmi İki Şafak Arasındada da müthiş bir avukat portresi çizdiğini hatırlamak gerekir. Erdem Şenocak’ın canlandırdığı avukat karakter orada da çok etkileyici bir performans sergilemişti. Tereddüt Çizgisinde ise yine bir avukat üzerinden, vicdan muhasebesi ve varoluşsal kaygılar merkezde yer alıyor. Ancak bu kez avukat koltuğunda Tülin Özen oturuyor, Erdem Şenocak ise filmde önemli bir rolde (belki daha “yardımcı” bir rolde) karşımıza çıkıyor.

Öte yandan filmde Gülçin Kültür Şahin de yer alıyor. Tülin Özen ve Gülçin Kültür Şahin’i daha önce birlikte “Canavar” adlı tiyatro oyununda kardeş olarak izlemiştik. Bu filmde de yine iki kız kardeş rollerinde karşımıza çıkmaları hoş bir tesadüf değil, bizzat yönetmen Nacar’ın planlı bir tercihi gibi görünüyor. İki oyuncunun da gerçekçi, yer yer eksik cümlelerle ve yarım bırakılmış duygu patlamalarıyla örülü oyunculukları, filmin kasvetli ve muğlak havasına çok uygun düşüyor.

“Tereddüt Çizgisi” Adının Anlamı: Hukuk ve Tıp Kesişimi

“Tereddüt Çizgisi”nin adlî tıpta intihar vakalarında şüpheli ölüm ihtimalini güçlendiren bir gösterge olarak kullanıldığını öğrenmek, filmin konusunu anlamada önemli bir ipucu sunuyor. Klasik bir “mahkeme” filminden ziyade, Tereddüt Çizgisi bir ölüm vakası etrafında şekilleniyor ve intihar – cinayet ikileminde gerçeğe ulaşmak oldukça güç. İnsanın kendisini, hatta gerçeğin de ötesinde vicdanını sorguladığı bir hikâyeye doğru sürükleniyoruz.

İşte tam da bu noktada yönetmenin hukuk fakültesi mezunu olması, senaryoya fazlasıyla sirayet ediyor. Film, kişinin eylemiyle suç arasındaki bağlantıya, yani hukukta “illiyet rabıtası” dediğimiz nedensellik bağına takılıyor. İki insan arasındaki ilişkilerde, hatta karakterlerin kendi iç dünyalarıyla olan çarpışmalarında bile kim suçlu, kim mağdur? Mahkemede “illiyet rabıtası” kurulamadığında kimseye ceza verilemez ama hayatta, vicdan mahkemesinde durum pek öyle yürümüyor. Tereddüt Çizgisi, tam da bu metaforik çelişkide yükseliyor. Bir aile bireyinin, bir arkadaşın veya meslektaşın ölümüne -ya da çöküşüne- gerçekten kim sebep oldu? Bu eyleme engel olabilir miydi? Ahlâkî olarak bir yükümlülüğü var mıydı? “Suç-ceza” ikileminin ötesinde, “vicdan-ceza” arasındaki ince çizgide sallanan bir filmle karşı karşıyayız.

Filmdeki Aile Draması ve “Daughter from California Syndrome”

Filmin dramatik yükünün önemli bir kısmını, bir ailenin iç çatışması ve birbirlerine karşı takındıkları kayıtsız ya da öfkeli tavırlar oluşturuyor. Özellikle ailenin zor zamanlarında yanında olamayan, kendi kariyerine ya da farklı sorumluluklara yönelen kardeş ile her şeyi göğüsleyen, fedakâr kardeş arasındaki tansiyon, hikâyenin en can alıcı psikolojik katmanlarından biri. Burada akla gelen kavramlardan biri de tıp literatüründe “Daughter from California Syndrome” olarak bilinen durum. Genellikle, hasta ya da sıkıntılı bir aile ferdinin bakımını üstlenen bir kardeş varken, uzakta yaşayan diğer kardeşin (çoğunlukla “uzaktan geldiği için her şeye çözüm bulacağını düşünen” tavrıyla) devreye girmesi çatışmalara sebep olur. Tereddüt Çizgisi, bu sendromun tipik dinamiklerini sezinlettiği sahnelerle, aile içi gerilimi çarpıcı biçimde yansıtıyor.

Tamire Verilen Araba ve Bitmeyen Süreç

Benin gibi diğer izleyici yorumlarının da altını çizdiği ilginç bir detay, filmde tamire verilen aracın bir türlü sanayiden çıkmaması. Avukat Canan’ın, kendi hayatındaki ‘bekleme’ durumunun ve “tereddüt” hâlinin simgesi gibi duran bu tamir süreci, filmin alt metnini de güçlendiriyor. Ne zaman tamirhane sahneleri gelse, karakterin içsel yolculuğunu, tükenişini veya kendi içindeki mahkemenin bir türlü sonuçlanamayışını hissediyoruz. Filmin sonunda arabayı servisten çıkmış olarak görüp görmediğimiz ise izleyiciye açık kapı bırakan, merak uyandırıcı detaylardan biri. Kimi izleyiciler finalde aracın çıktığını düşündüğünü belirtirken, kimileri “Hâlâ sanayide kalmıştır,” diyerek filmin o kararsız ruh halini koruduğu görüşünde.

Oyunculuklar, Ses Tasarımı ve Müzik

Filmdeki oyunculuklar, yönetmenin minimalist tercihleriyle birleşince, çok doğal ama bir o kadar da rahatsız edici bir gerçeklik yaratıyor. Tülin Özen başta olmak üzere, bazı karakterlerin diyaloglarını hafif yuvarlayarak ya da mırıldanarak söylemesi, izleyiciyi tedirgin eden bir yakınlık hissi uyandırsa da anlamak açısından zorlayıcı. Bu konudaki eleştiriler, Ekşi Sözlük’te de sıklıkla dile getirilmiş durumda: “TV’nin sesini sonuna kadar açtık, yine de anlamadık.” Özellikle festival salonlarında ya da MUBI gibi dijital platformlarda, yine benim gibi yabancı dil altyazısıyla izlemek zorunda kalmış seyirciler, dublaj ya da düzeltme altyazısı beklediklerini ifade ediyor.

Aslında Türk sinemasında son yıllarda sıkça rastladığımız bir problem bu: ses tasarımına veya aktörlerin vokal netliğine yeteri kadar özen gösterilmemesi. Filmin atmosferine kasvet katan bu fısıltılı ses aralığı, teknik açıdan bakıldığında seyir keyfini düşürebiliyor. Ancak yönetmen Nacar’ın tercihinin, karakterlerin belirsiz tavırlarına uygun düştüğünü de söylemek mümkün. Yine de filmin duygusunu eksiksiz yaşamak isteyenler, kulaklıkla ya da altyazılı izlemenin daha doğru bir tercih olacağını düşünüyor.

Filmin müzik kullanımındaki incelikli tercihler de ayrıca dikkat çekiyor. Özellikle finalde kullanılan Vivaldi’nin “Cum Dederit” parçası, Lars von Trier‘in başyapıtı “Dogville“i hatırlatıyor. Grace’in köy halkının kaderi hakkında nihai kararını verdiği o meşhur sahnede kullanılan aynı parça, “Tereddüt Çizgisi”nin sonunda da benzer bir karar anını vurguluyor. Bu müzikal tercih, iki film arasında ilginç bir diyalog kuruyor: Her iki yapımda da karakterler, kendilerine has adalet anlayışları doğrultusunda, geri dönüşü olmayan kararlar alıyorlar. Bu paralelllik, film boyunca sorguladığımız adalet, vicdan ve karar verme süreçlerinin evrensel doğasını vurgulamak açısından çarpıcı bir seçim olmuş.

Benzer Mahkeme Filmleri ve Tavsiyeler

Tereddüt Çizgisi, Türkiye sinemasında ender rastlanan bir “mahkeme draması” örneği. Bu temaya yakın hissedecek, minimal ve gerilimi yüksek filmleri merak edenler için birkaç öneride bulunabiliriz:

  1. 12 Angry Men (1957) – Sidney Lumet: Jüri üyelerinin bir cinayet davasında verdikleri hükmü yeniden tartıştıkları tek mekân ağırlıklı filmi, sinema tarihinin en çarpıcı “oda” ve “mahkeme” draması örneklerinden biri.
  2. The Trial (1962) – Orson Welles: Kafka’nın eserinden uyarlama, varoluşsal bir suçlamanın peşinde sürüklenen Joseph K.’nın hikâyesi.
  3. Primal Fear (1996) – Gregory Hoblit: Edward Norton’ın çarpıcı performansıyla dikkat çeken bir mahkeme draması.
  4. Court (2014) – Chaitanya Tamhane: Hint Bağımsız Sineması’ndan çarpıcı bir mahkeme filmi; sistem eleştirisiyle öne çıkıyor.
  5. İki Şafak Arasında (2021) – Selman Nacar: Yönetmen Selman Nacar’ın ilk filmi, “aile işletmesi” ve “hukuk” odaklı bir gerilimi sade bir dille anlatıyor. Tereddüt Çizgisinin öncülü gibi görebileceğiniz bu filmde, Erdem Şenocak’ın canlandırdığı avukat karakter de dikkat çekici.
  6. Anatomy of a Fall (Anatomie d’une chute) (2023) – Justine Triet: Cannes’da Altın Palmiye kazanmış, Fransız sinemasından modern bir mahkeme draması örneği. Bir kadının kocasının ölümünden sorumlu tutulduğu davanın seyrini izlerken, evlilik ve aile dinamiklerine dair sarsıcı gerçeklerle yüzleşiyoruz.
  7. Juror (2024) – Clint Eastwood: Yakın dönemde çekilen ve jüri sistemi ve adalet mekanizmasına ilişkin Juror çarpıcı bir perspektif sunuyor.

Sonuç ve Değerlendirme

Selman Nacar’ın Tereddüt Çizgisi, her şeyden önce Türk sinemasında modern, karakter odaklı ve gerilimli bir mahkeme filmi olarak öne çıkıyor. İzleyicisini, suçluluk duygusu, vicdan muhasebesi ve illiyet rabıtası gibi hukuk kavramları etrafında dolaştırırken; bir yandan da aile içi çatışmalar, “daughter from California syndrome” benzeri olgular ve kişisel bunalımlar aracılığıyla evrensel bir hikâyeye davet ediyor.

Film boyunca tamirhaneden çıkamayan araba metaforu, karanlık koridorlarda duyduğumuz fısıltılar ve duruşma salonunda beliren soğuk gerilim, Nacar’ın dilinin en kuvvetli unsurlarından bazıları. Minimal ses tasarımının yarattığı sorunlara, kimi sahnelerde diyalog anlaşılmazlığına rağmen, oyuncu performansları oldukça inandırıcı. Tülin Özen ve Gülçin Kültür Şahin ikilisi, bir kez daha sergiledikleri “kardeşlik” kimyasıyla göz doldururken, Erdem Şenocak da yönetmenin sinemasında avukat kimliğiyle adeta bir tılsım yaratmayı sürdürüyor.

Tereddüt Çizgisi aynı zamanda, intihar vakalarında “tereddüt kesileri” üzerinden inşa edilen bir soruşturmaya, ya da daha geniş ifade edecek olursak, hayat ile ölüm arasındaki o ince çizgiye derinlemesine bakma fırsatı sunuyor. Bu çizgi, sadece adlî tıbbın değil, aynı zamanda izleyicinin vicdanının da pusulası haline geliyor. Filmin sonunda, hakikati tam olarak bulmak, belki de mümkün değil. Tıpkı mahkemelerde her zaman “kesin hükme” ulaşmanın kolay olmaması gibi.

Eğer mahkeme filmlerini, psikolojik dramayı ve bağımsız sinemanın duru, minimal anlatım tarzını seviyorsanız, Tereddüt Çizgisi sizin için kesinlikle kaçırılmayacak bir yapım. Festivallerdeki gösterimlerinden sonra MUBI’de izleyiciyle buluşması, bu tür filmlere daha kolay erişim arayan sinefiller için önemli bir avantaj. Ancak yüksek ses kalitesi talebiniz varsa, kulaklığınızı hazırlamayı yahut İngilizce altyazılı izlemeniz gerektiğini unutmayın.

Özetle, Selman Nacar’ın Tereddüt Çizgisi, “intihar vakasının ardındaki gerçeği” aramakla başlayan, ama sonrasında insanın kendi içindeki tereddütlere ve vicdan muhasebesine doğru uzanan, güçlü bir hukuk ve dram örneği. Her ne kadar “bizim coğrafyada” pek alışık olmadığımız bir minimal mahkeme filmi olsa da, Türkiye sinemasının son yıllardaki dikkat çekici projelerinden biri olmaya aday. İzleyene gerilimli ve bir o kadar da düşündürücü bir deneyim sunarken, yönetmenin gelecek işlerini daha büyük bir merakla beklememize de sebep oluyor.

Siz nasıl buldunuz?

Paylaş
Yazar
Gökçe Duman