🔍 Film İncelemeleri

The Devil All the Time (2020) – Film İncelemesi

The Devil All the Time

Günahlar, katiller, sevaplar, dualar, umutlar… Zorla yamanmış gibi duran nefis bir kadro ve ilginç, akılda kalıcı bir isim. Her zaman Şeytan, her zaman kötü. Filmin pek derinlikli, çok katmanlı bir alt okuması olduğu hissiyatına kapılamadım o yüzden genel olarak bende uyandırdıkları üzerine yorum yapacağım.

Netflix Eylül ayı gerçekten standart, fabrikasyon yapımlarının arasından sıyrılıp takımdan ayrı düz koşu yapan bir ay oldu diyebiliriz. I’m Thinking of Ending Things‘den sonra merak ettiğim yapımlardan biriydi The Devil All the Time.

Sinopsis

Knockemstiff, Ohio’da ve yakınlarındaki ormanlarda tekinsiz bir vaiz (Robert Pattinson), sapkın bir çift (Jason Clarke ve Riley Keough) ve yozlaşmış bir şerif (Sebastian Stan) gibi uğursuz karakterler, kendisini ve ailesini tehdit eden şeytani güçlerle savaşan genç Arvin Russell’ın (Tom Holland) etrafında birleşir. 2. Dünya Savaşı ile Vietnam Savaşı arasındaki dönemi kapsayan, Antonio Campos imzalı film THE DEVIL ALL THE TIME, adil olanla yozlaşmış olanı karşı karşıya getiren baştan çıkarıcı ve korkunç bir ortamı resmediyor. Bill Skarsgård, Mia Wasikowska, Harry Melling, Haley Bennett ve Pokey LaFarge’ın başrolleri paylaştığı bu sürükleyici, ince ince örülmüş hikâye, Donald Ray Pollock’ın (aynı zamanda filmin anlatıcı sesi) ödüllü romanından uyarlandı.

Kötülüğün Şeffaflığı

Film aslında bütünlükten ziyade, savaş sonrası dönemin, farklı karakterler üstünden kolektif bir anlatısı gibi. Yarısına kadar hatta sonrasında da karakterleri, zamanları ve birbirleriyle olan ilişkilerini toparlamak için birkaç kez geri gitmek zorunda kaldım. O film bütünlüğü hissini çok yakalayamadım. Çok hızlı ileri geri saran ve doğru frekansları yakalamaya çalışan veteran teybi gibi adeta. Pattinson, Holland ve Skarsgård oyunculuğu muazzam. Ama filmin derdini anlayamıyorsunuz. Evet ortada zincirleme işlenen, üstü devamlı örtülen, üç maymuna sahne olan günahlar silsilesi ve bunlarla baş etmeye çalışan bir çocuk var ama hiçbir karaktere yeterince konuk olup derinlerine inemiyoruz. Dolayısıyla ne işlenen cinayetlerin ne de bunlara gösterilen tepkilerin bir anlamı kalıyor.

Bir şeylere körü körüne bağlanmak kötü sonuçlar doğurabilir. Bireysel çıkarların iyilik kisvesine bürünmesi kötüdür. Savaş yıpratır. Kötü, her yerde kötüdür. Kötüden kaçılmaz. Çıkarların kol gezdiği yerlerde ”kötü” zaten olamaz ve bunu gören kişiye de deli gözüyle bakılır. Filmde bu kötünün her çeşidine ziyadesiyle maruz kalan baş karakterimiz Arvin de, delirmemek ve hayatta kalabilmek için ”kötü”ye dönüşmek zorunda kalıyor nihayetinde.

Bunun dışında filmdeki en büyük rolü, prodüksiyon öncesi ve sonrasında basında çokça parlatılan, Pattinson’ın kendi kendine koçluk yaparak çalıştığı Güney aksanı çalıyor. Aktörü öyle izlemek bir başarı mı, yoksa bağımsız ve iyi yapımlarda görmeye alıştığımız bu tanıdık yüze dublaj yapılmış hissiyatından öteye gidememiş mi bu özel aksan durumu tam elim olamadım ve hikayenin gidişatına ekstra bir katkısını da göremedim. 2.5 saatlik süresine, hiçbir katma değeri olmayan karakterleri de sıkıştırarak takip etmesi zor bir anlatı yaratmasının yanında, ana karakterlerin derinine inmemize izin vermeyen, katil çiftin fotoğraf makinesinin deklanşörü misali farklı hikayelerin kısa geçit töreni gibi bir deneyim The Devil All the Time. ”Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir”.

Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bu Amerikan Gotik dramının sonundaki otostop çekilen minibüsten 1960’lardaki karşı kültür havası aldım çokça. Sürücüyü de Arvin’in İsa’sı olarak okumak mümkün, illa bir alt okumayı zorlamak gerekirse. Bu yüzden her ne kadar finalin ucu açık bırakılmaya çalışılmışsa da, Arvin’in zorla üstüne geçirdiği şiddet kılıfından sıyrılıp bu kültürün bir parçası olma yolunda adım attığının ipuçları veriliyor.

Paylaş
Yazar
Gökçe Duman