Konuk Yazarımız Cemre Yıldız’ın kaleminden
Yine ben. İki film izleyip yorumlamakla film yorumcusu olunuyorsa, ilk yorumladığım filmin sayfasını da şuraya bırakayım. Belki içinizde “The Marriage Story” izlemiş, yorumunu okumak isteyen çıkar.
Spoiler sevmem, sızdıranı da affetmem. Bu sebeple spoiler uyarısına kadar filmi izlemeyenler rahat rahat okumaya devam edebilirler. Uyarı sonrası izlememiş okuyucuların yavaşça bu sayfadan uzaklaşıp sonra geri gelmeleri şiddetle önerilir.
“The Platform” filmi dikey bir yapıyı anlatıyor. Bu dikey yapıda yüzlerce kat bulunuyor ve ortaları boş. Sıfırıncı kat, yani mutfakta harikulade yemekler hazırlanıyor ve platform üzerinde her kata limitli süreyle sunuluyor. Her katın ortası delik. Havada süzülen bir platformdan bahsediyoruz, evet. Her alttaki katta bulunan insan bir üstündekinin artıklarıyla besleniyor.
“The Platform” insani tüm duyguları büyük ustalıkla seyirciye sunan İspanyol sinemasından. Kısa bir araştırma sonrası filmin %80 İspanyol yapımı olduğunu görüyoruz. Film gerilim öğeleri içeriyor ve +18. Şahsi tavsiyem yemek yerken izlemeyin. Yoğun hayatta kalma güdüleri içeren bir film.
Derin ve yoğun bir film olduğu için ister istemez yerli-yabancı başka yorumcuların yazılarına göz ucuyla bakıp esinlenmeden edemedim. İki farklı şekilde ele alınıyor bu filmin verdiği “mesaj”: Biri dini, öteki siyasi yorumlamış. Herhangi bir taraf tuttuğumdan değil, film çok net dini mesajlar içeriyor. Buradan sonrasına bir spoiler uyarısı kondurmak durumundayız. Bu derin filmi izledikten sonra tekrar görüşmek üzere!
BURADAN SONRASI SPOILER İÇERİR!
Karakterimiz sigarayı bırakmak ve seçtiği bir kitabı okumak için büyük çabalar sonucu kendini bu dikey yapıya kabul ettirebilmek adına sayısız mülakata giriyor. 3 kere “Kabul edildim mi?” diye soruyor ve üçünde de net bir “Evet/Hayır” cevabı alamadan bir anda yapının içerisinde 48. Katta uyanıyor. Alıştığımız apartmanlardaki gibi birinci kat en alttaki değil, en üstteki. Bir üst katta bulunan, yani 47. Kattan kalanların artıklarıyla beslenmesi gerekiyor.
Her katta iki insan var. Yani karakterimizin bir de “oda arkadaşı” var. Bunu karakterimiz birileriyle konuşsun da hikayeyi doğru dürüst anlayalım diye yaptıklarını sanmıyorum. Çünkü “İnsanlar çift yaratılırmış” inanışı sadece bizim toplumda yoktur, başka pek çok toplum ve dinde de böyle geçer. Her insanın “Delik” denen bu yapıya girerken bir nesne seçmesi isteniyor. Bir de en sevdiği yemek! Çünkü menüye koyacaklar.
Karakterimiz “Don Kişot” kitabını seçerken bilin bakalım “oda arkadaşı” ne seçmiş? Tatlı peluş bir ayıcık olsa olmaz mıydı? Olmazdı çünkü kazara birini öldürmüş ve bu sebepten içeri girmiş, elinda ultra keskin bir bıçak olan bir amca. Yorumlanması gereken çok fazla şey birikti. Bir ara verelim.
Don Kişot, İspanyolların övündüğü 1547 doğumlu Cervantes’in romanlarından biri. İspanyolların kendi kültür etkinliklerinde Cervantes’in adının geçmeme gibi ihtimal olmaz, olamaz. Bu yüzden seçilen kitap büyük üstada bir selam verme niteliği de içeriyor olabilir. Romandaki karakterin takma adıdır “Don Kişot”. Asıl adı Alonso olan bu hayali karakter eserin ana kahramanıdır. Alonso şövalyelerle kafayı bozar, bir gün aklını peynir ekmekle yer, kendisini son şövalye zanneder. Evindeki eski, paslı zırhları, kılıçları kuşanır. Ezilen halkı kurtarmak için yollara düşer. Kendisine bir de mükemmel sevgili yapmak ister, en soylusundan. Yolda rastladığı çirkin bir köylü kızını çok güzel ve soylu olarak görür, çünkü delirmiştir. Ve kendisine sevgili olarak seçer. Artık tek istediği şey, ona resmi şövalyelik unvanı verilmesidir. Bunun için de başarılar kazanmak zorundadır. Bu roman özetimi Cervantes görse yüzüme tükürürdü, onu da es geçmeden olmaz.
Dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum ama “Delik”te bulunan karakterimiz okumak için “Don Kişot” kitabını seçerken ilahi bir kuvvet adeta bu romanı ona yaşatıyor. “Bunu okumak mı istiyorsun, ben sana bunu yaşatırım anam.” diyor Coşkun ses tonuyla, tabiri caizse.
Bir de bu dikey yapının, yani “Delik”in bir hapishane gibi yorumlandığı içeriklere de denk gelebilirsiniz. Burada birini öldürenleri tıktıkları gibi, başvuruyla da insan kabul ediyorlar ve çıktıklarında bu kişilere diploma sözü veriyorlar. Tıpkı bir okul gibi. Tıpkı bu Dünya gibi. Nerede ne şekilde doğacağımızı seçemiyoruz. “Bu dünya test edileceğimiz bir yerden başka birşey değil.” Sonunda da çıkabilirsek diplomamızı alacağız, onore edileceğiz. Dini öğeler içerdiğini iddia etmemin iki sebebi daha var:
Aslında herkese yetecek kadar yemek var ama üst kattakiler bir sonraki ay aşağı katta uyanma ihtimalleri olduğunu bilmelerine rağmen inatla paylaşacak kadar bırakmıyorlar. Üstteki yemeğini yedikten sonra alttakilere çişini ya da kakasını bırakmayı uygun bulabiliyor. Her 30 günde bir herkesin bulunduğu kat değiştiriliyor. Sırf üst kattakiler homini gırtlak yiyip yemeği mundar ettikleri için aşağıda bir garipler açlıktan ya intihar ediyor, ya birbirini yiyor. Bazı sahneler izlemesi zor ama insan izledikten sonra yemeğe de paylaşmaya da çok farklı bakıyor.
Eli bıçaklı oda arkadaşıyla bir ay sonra 171. kata düştüklerini fark ettiğinde ondan önce uyanan oda arkadaşı onu bir güzel bağlamış. “Bak ben iyi bir adamım, seni yiyeceğim ama az az yiyeceğim. Bir yandan da iyileşmen için zahmet edeceğim.” diye nutuklar atıyor. Bu adam -bence- aklı temsil ediyor. Bu amca pürüpak bir mantık topu adeta. Gerçekten gözlerindeki üzüntüyü görebiliyoruz. Bizim karakteri sevmiş, arkadaşı görmüş. Ama “Zamanla birbirimize saygımızı yitireceğiz, zaten bu açlık durumunda arkadaşlık filizlenmez, solar gider.” diyor. Mantık Amca karakterimizden bir parça aperatif sunum hazırlarken üst kattan platformla pislik içinde bir kadın iner. Mantığı keser ama öldürmez. Bıçağını karakterimize verir. “Bunun kararını sen ver” dercesine. Karakterimiz de durur mu, hemen orada işini bitirir Mantık Amca’nın. Önce etini yiyemez. Yemek istemez. Sonra açlık haliyle yemeye başlar. En son aşamada kurtlanmış bir cesetten et sıyıran karakterimiz o pislik içindeki kadına aşık halde kendini 33. Katta başka bir oda arkadaşıyla bulur.
“Düşmüş Melek” köpeğinin vefat edilmesi sonrasında tamamen kendini kapatıyor. Bir sonraki kat değişikliğinde de ölüsünü buluyoruz. İntihar etmiş. Onu öldürmeden hemen bir şeye dikkat çekmek isterim: Karakterimiz konuşmaları sırasında “Burada kaç kat var?” diye sorduğundaysa yanlış bilgi veriyor: 200. Filmi izleyenler zaten 333 kat olduğunu biliyorlar. Yalan söyleme ihtimalini değerlendirebilirsiniz. Çünkü inatla 16 yaşından küçük kimse yok, bu yapıda çocuk yok, çocuklar gibi günahsızlar yok, annesi olduğunu iddia edilen deli manyak kadın buraya yalnız başına başvurdu, “Delik”te kafayı yedi gibi iddialarından kesinlikle geri adım atmıyor. Elle tutup size sunabileceğim bir kanıtım yok ama ben öyle bilgilendirildiğine ve yalan söylemediğine inanıyorum.
Çünkü bir sonraki uyandıkları kat 202. Kat. Ona sunulmuş ilahi bilgiler meğer yanlışmış. Hatalıymış. Bunu görüyoruz. “Cesedimi ye, kanımı iç” gibi dini öğelerin yine çılgınca önümüze sunulduğu bir ilahi dua okuma seansı geçiyor.
Bu aralarda mutfakta itinayla bir Panna Cotta tatlısı hazırlanıyor. Şef bir kusur buluyor (bir mutfak çalışanının tatlıya düşen saçı) ve tekrar yapılmasını buyuruyor. Bu tatlı kutsal kitap olarak yorumlanabilir. Önceki kutsal kitabın kusurlu bir aktarımı olmuş ve eksik, kusurlu bilgiler içeriyor. Bu yüzden yenisinin gönderilmesi gerekiyor. Şef bir öncekini iptal ediyor.
Tıpkı Don Kişot gibi artık 6. Katta krallar gibi uyanan karakterimiz bu yemekleri herkese yetecek şekilde dağıtalım diye yeni oda arkadaşını kafalıyor. “Buradan yukarı çıkıp ‘Delik’ten ayrılabilmek için en alta inmemiz gerek” diyor. Yemeğin herkese yetmesi için ilk 50 katın hiç yememesi gerek. Fırsatını yakalamış her üst kat sahibi istemiyor ve kabul etmiyor. İki kafadar şövalyeler gibi dövüşüyorlar. İyice bezmiş halde artık bir kat aşağı inerken hiç konuşmadan insanları dövmeye geçiyorlar. Sonra siyahi bir büyük, bilirkişi adeta bir peygamber gibi onlara önce her kattaki insanlarla konuşmaya çalışmaları gerektiğini, yemeğin nimet olduğunu, yemeğe saygı duymaları gerektiğini hatırlatıyor ve ekliyor: “Herkesin yemek yemesi bir mesaj olmaz. Yönetim (Tanrı) bunu zerre umursamaz. Bir ihtimal çalışanlara (meleklere) bir mesaj ulaştırabilirsiniz. Hazırladıkları en değerli tatlıları Panna Cotta’yı kimseye yedirmeyin. O tabak el değmemiş şekilde yukarı çıksın, o zaman mesajınızı alacaklardır.” Bu arada bu bilirkişi (peygamber) kaçıncı katta karşımıza çıkıyor bilgisi paylaşılmıyor. Özellikle paylaşmadıklarını, peygamberin bir sayıyla eşleştirilmesindense diğer herkes gibi dünyada vadesini dolduran (ayda bir kat değiştirme) bir kuldan farklı olmadığını belirtmek istediklerini düşünüyorum.
Kat kat aşağı inilirken karakterimizin sevdiği kadın ölür ve çocuğu var mı, yok mu anlayamadan aşağı inmeye devam ederiz. Bir yerden sonra karakterimizi sadece cesetler karşılar. Zibidi iki serserinin yemek uğruna karakterimizin ve arkadaşının ağzını burnunu kırması sonucu öldü ölecekken 333. katta hep bahsedilen o küçük kız çocuğunu görürüz. Arkadaşı bu katta ciddi yaralanması sebebiyle can verir. O üzerine titredikleri Panna Cotta’yı küçük kıza yemek yesin diye verirler. Kız belki de hayatında ilk defa annesinin elinden değil, başka birinin elinden çok güzel bir yemek yemiş olur.
En alt kattan yukarı çıkması için bekler karakterimiz. Ama Panna Cotta’yı yiyen küçük kız verilmek istenen mesaja dönüşür. Hem de çok güçlü bir mesaja: “Delik”te 16 yaşından küçük biri katiyyen yok denirken küçük bir kız çocuğu en üst kata, mutfağa ulaştırılır.
Bizim bir garip karakterimiz hayatta kalmak için yemek durumunda kaldığı diğer kişilerin imgeleriyle konuşa konuşa en dipte, karanlıklar içinde kalır. Burada karakterimizin de görevini yerine getirmenin verdiği huzurla Dünya’dan ayrıldığına, öldüğüne dair güçlü kanılar taşıyorum. Çünkü filmi tam olarak burada bitirmişler.
Özetle; Dünya’nın kaynakları hepimize yetecek kadar geniş yelpazede ve bol. Filme göre paylaşsak da paylaşmazsak da Tanrı’nın bu konuda bir değerlendirmesi yok. Yalnızca net kurallar belirlenmiş: “Oda arkadaşını öldürmek yasak.” gibi ve Tanrı bizi kendi halimize bırakmış. Başarıyla çıkana da vaad edilen diploma var mı, yok mu, biz de bilmiyoruz.
Benzer filmler arayanlar için: