Geçtiğimiz günlerde Netflix’te gösterime giren bilimkurgu ”Stowaway”i, Toni Collette için izledim ve pek de pişman olduğum söylenemez. İşi aksiyon kısmından ziyade etik açıdan sırtlanarak götüren ve başrolünde de felsefi ve ahlaki tartışmaların baş kahramanı tramvay ikilemi yer alan bir yapım. Yazının devamında, izlemeyenler için keyif kaçırıcı detaylar olabilir şimdiden uyaralım.
Mars’a gitmek için çıkılan bir görevde, istenmeyen kaçak bir yolcu yanlışlıkla uzay gemisinin yaşam desteği sistemlerinde ciddi bir hasara neden olur. Kaynakların giderek tükenmesiyle ve bunun yaratabileceği ölümcül sonuçlarla karşı karşıya kalan ekip son derece zor bir karar vermelidir.
Film, benzer uzay filmleri gibi tek bir mekanda geçtiği ve daha en başında asıl olay meydana geldiği için bir süre sonra fizik kuralları ve şans çerçevesinde değerlendirme ve sorgulama yapmaya başlamak normal. Çünkü başka yapılacak bir şey yok. Filmin adını (Kaçak Yolcu) geçtim fragmanında bile tüm olayı öğreniyorsunuz aslında. Geri kalan kısımda ise mürettabatın ne karar vereceğini ve etik açıdan ikilemin içinden nasıl çıkacaklarını düşünüyorsunuz. Filmden zevk alabilmek için kaçak yolcumuzun oraya nasıl girdiğini, günlerce nasıl fark edilmediğini düşünmeyi de bırakmanız ve kuşkularınızı askıya almanız (suspension of disbelief) gerekiyor maalesef.
İki sene sürecek bir Mars görevine kaptan Marina Barnett (Toni Collette) yönetiminde, biri biyolog (Daniel Dae Kim) biri de doktor (Anna Kendrick) olmak üzere üç kişilik bir ekip yola çıkıyor. Gemileri zaten, iki kişilik kapasitesi zar zor üç kişiye çıkartılmış bir araç ve nasıl oluyorsa kaptan daha filmin en başında, yaşam destek ünitesinin tavanından sızan kandan şüphelenip kaçak bir yolcuyu (fırlatmadan sorumlu mühendis) tespit ediyor. Bu andan itibaren takdir edersiniz ki filmin antagonisti ”oksijen” oluyor. (Bu aşamadan sonra adamın hemen tedavi edilmesi ve acil durum planına geçilmemiş olması da tartışılabilir çünkü her şey üç kişi hazırlanmış)
Kadınların dominantlığında bir yapım olması her ne kadar hoşuma gitmiş olsa da, fırlatma kısmından itibaren sürekli mide bulantısı gösterilerek zayıflığı gözümüze vurulan kişinin Asyalı, oksijen tehditi oluşturan kaçak yolcunun ise siyahi olmasının bilerek kurgulanıp kurgulanmadığını sorguladım sürekli.
Filmin sonundan zevk aldıysanız, benzer tadı alma olasılığınız olan Sunshine ve High Life yapımlarına da göz atmanızı öneririm.
Yönetmen Joe Penna‘yı ve yazar Ryan Morrison’ı, Cannes Film Festivali‘nde prömiyerini yapan ilk uzun metrajları Mads Mikkelsen’li Arctic’ten tanıyoruz. Yine aynı ikili Stowaway’de, kutuplarda geçen ölüm kalım savaşını bu sefer göklere çevirmiş. Filmin gerçeğe en yakın şekilde kurgulanabilmesi için, havacılık mühendisleri, astronotlar, uzay mekiği komutanları, alg uzmanları, fırlatma mühendisleri, güneş radyasyonu araştırmacıları ve tıp uzmanlarından oluşan yirmi kişilik bir danışma ekibi kurmuşlar. Morrison’a göre Stowaway, izleyiciler sonla boğuşurken tartışmalara yol açacak bir bilim kurgu filmi. “Filmin, ilerledikçe insanların sohbet etmeye kendilerini mecbur hissettiği bir film olmasını istiyoruz.” diyor. Siz nasıl buldunuz? Bonus: Collette’inn 20 sene sonraki (ya da 9G’deki) halini görmek isteyenler buraya buyursun.