Kahrolmaya doymayanlar için son yıllarının en iç burkan dram filmlerini listeledik*
*Sıralamalar herhangi bir kıstas olmaksızın karışık verilmiştir
En İyi Dram Filmleri
Safdie kardeşler Ben Safdie ve Joshua Safdie tarafından yönetilen, başrolünde Robert Pattinson‘ın etkileyici performansı ile dikkat çeken Good Time, 2017 Cannes Film Festivali’nde Palme d’Or için yarışan filmlerden biriydi. Filmekimi 2017‘de gösterilen filmlerden biri olan Good Time, kardeşi için banka soymak zorunda kalan çaresiz bir adamın peşindekilerle olan mücadelesini anlatıyor.
Yüzde yüz saflıkta bir dram filmi olmasa da, Edgar Wright tarafından başrolümüz Baby’nin başından geçenler değişik bir dram örgüsünde buluşuyor. Baby, işinde son derece usta, seri ve atik manevralar yapabilen genç ve kısmen işitme engelli bir kaçış sürücüsüdür ve iş üzerinden bu hamleleri yapabilmesi için doğru müzikleri dinlemesi onun için çok kritiktir. Bununla birlikte, Baby yeni sevgilisi Debora ile kendi hayatına sahip olmak için artık özgür olması gerektiğini düşündüğünde, patronu Doc onu başka bir iş için geri dönmeye zorlar.
1997’den beri sadece 6 filmde rol alan Daniel Day-Lewis’in aynı zamanda jübilesini yaptığı film olan, Paul Thomas Anderson imzalı Phantom Thread’de Lewis’i, 1950’lerin Londra’sında, sosyete ve kraliyet ailesi için tasarım yapmak üzere görevlendirilen moda tasarımcısı Reynolds Woodcock rolünde izliyoruz.
Christine “Lady Bird” MacPherson, parçaların yanlış tarafında yer alan bir lise son sınıfı öğrencisidir. O macera, sofistike yaşam ve fırsat için özlem duyarken, hiçbirini Sacramento Katolik lisesinde bulamaz. LADY BIRD, Christine’nin ilk aşkını, okul oyununa katılımını ve en önemlisi, üniversiteye başvurmasını da içeren, lisedeki son sınıfını takip ediyor. Greta Gerwig‘in çok konuşulan eserlerinden biri daha oldu kendisi.
Bir yaz boyunca geçen Sean Baker filminde, Walt Disney World’ün gölgesinde yaşayan altı yaşındaki Moonee’yi ve onun küçük çetesini izlerken ve asi ve şefkatli annesine kavuşmasına da yakından şahit oluyoruz.
Babalarının sanatsal işini kutlamak için bir araya gelen parçalanmış bir aile dramını anlatan, Netflix’in aşırı güzel kadrolu ve pek ses getiremeyen filmlerinden biri olan Noah Baumbach imzalı The Meyerowitz Stories’de afişte gördüğünüz gibi Dustin Hoffman, Ben Stiller, Adam Sandler gibi ünlü isimler yer alıyor.
Bu listenin hatta geçen senenin en dokunaklı filmlerinden biri olan, buram buram nostalji ve aşk acısı kokan Call Me by Your Name, Andre Aciman‘ın aynı adlı romanından uyarlanmış ve ”I am Love” filminden tanıdığımız Luca Guadagnino da yönetmen koltuğunda. Filmini izledikten sonra tshirtünü yaptırmak da farz oluyor.
Cannes Film Festivali‘nde En İyi Senaryo ödülünü alan The Killing of a Sacred Deer, adında ve konusunda Atina’lı oyun yazarı Euripides‘in “Iphigeneia” adlı mitolojik hikayesinden parçalar taşıyor. Hem afişiyle hem de konusuyla bu listedeki favori dramlarımızdan biri. Dogtooth (2009), Alps (2011), The Lobster (2015), The Killing of a Sacred Deer derken şimdi de The Favourite ile garipliğine doymaya hazırlandığımız Yunan Yeni Dalga akımının başarılı yönetmeni Yorgos Lanthimos yakın markajımızda.
Başrollerini Casey Affleck ve Rooney Mara‘nın paylaştığı filmde yeni ölmüş, beyaz çarşaflı bir hayaletin, terkedilmiş karısıyla tekrar irtibat kurabilmek adına mahallesine geri dönüşünü izliyoruz. Film Sundance’teki gösteriminde de “absürd”, “garip”, “unutulmaz”, “olmaz böyle şey” (bunu biz uydurduk) gibi yorumlar almıştı. Yönetmen David Lowery‘i Upsteam Color’dan hatırlayacaksınız.
Guillermo del Toro‘nun ”ben saksı değilim” diyerek kendisinin de öve öve bitiremediği, 1962 yıllarının Soğuk Savaş dönemi Amerika’sında geçen The Shape of Water ya çok sevilen ya da pek sevilmeyen bir filmdi 2017 için. Gizli ve yüksek güvenlikli bir devlet laboratuvarında çalışan Elisa’nın (Sally Hawkins) hayatı, ekip arkadaşı Zelda (Octavia Spencer) ile çok gizli bir deneyi keşfettiği zaman sonsuza dek değişiyor.
Türkiye’de gösterime girdiğinde afişine bakıp klasik bir gerilim ya da b sınıfı bir korku filmiyle karıştırmış olma ihtimalinizin yüksek olduğu Get Out resmen 2017’nin yeteri kadar konuşulmamış Jordan Peele cevherlerinden. Chris ve kız arkadaşı Rose hafta sonu için Rose’un ailesini ziyarete giderler. İlk başta, Chris, ailesinin aşırı uzlaşmacı davranışını kızlarının ırklar arası ilişkisiyle başa çıkmak için takındıkları bir tavır olarak okur, ancak hafta sonu ilerledikçe, giderek artan bir şekilde rahatsız edici keşifler onu asla hayal edemeyeceği bir gerçeğe götürür. Müthiş bir yapım.
Bong Joon Ho‘nun, başrolde Tilda Swinton’ı oynatmasına ve Netflix tarafından pazarlanmasına rağmen kıyıda köşede kalmış, başkaldıran filmlerinden biri Okja. Genç bir kız, güçlü ve çok uluslu bir şirketin, Okja adında büyüleyici bir canavar olan en iyi arkadaşını kaçırmasını engellemek için her şeyi riske ediyor.
The Virgin Suicides gibi bir filmden sonra kadın arzusu ve varoluşsal susamışlığı Sofia Coppola’dan daha iyi özetleyebilecek kimse olamaz herhalde. Thomas Cullinan‘ın aynı adlı romanına dayanan film, aslında yine Cullinan’ın romanından uyarlanan 1971 yapımının yeniden çevrimi. 1971 yılındaki filmde yaralı onbaşı olarak da Clint Eastwood‘u görüyoruz. Bu versiyonda ise yaralı onbaşı Colin Farrell’a Nicole Kidman, Elle Fanning, ve Kirsten Dunst eşlik ediyor. Film Sofia Coppola‘ya Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü getirmişti.
The Prestige (2004), Dark Knight üçlemesi, Inception (2010), Interstellar (2014) gibi filmlerle gişe rekorları kıran yetenekli yönetmen Christopher Nolan, üç yıllık sessizliğini Dunkirk ile bambaşka bir sinema janrında bozuyor. Görüntü yönetmenliği koltuğunda ise Interstellar, Her, Let the Right One In ve Spectre’den tanıdığımız BAFTA ödüllü Hoyte van Hoytema var. 1940’ta, Amerika savaşa katılmadan önce gerçekleşen, tarihin en büyük geri çekilme harekatlarından birine (Dinamo Operasyonu olarak da bilinen) gözlerinizi çevirmeye hazır mısınız?
Ünlü yönetmen Michael Haneke‘nin Amour‘dan sonra beş senelik suskunluğu bozduğu film Happy End (Mutlu Son), Good Time gibi 2017 Cannes Film Festivali’nde Palme d’Or (Altın Palmiye) için yarışan filmlerden biriydi. Film bir aile draması gibi gözükse de arka planda Avrupa’nın göçmen problemini işliyor.
Darren Aronofsky’nin yönettiği ve başrollerinde Jennifer Lawrence ve Javier Bardem‘i izleyeceğiniz filmin kadrosunda Westworld‘den yakından tanıyacağınız Ed Harris, Michelle Pfeiffer, Domhnall Gleeson, Kristen Wiig gibi isimler de yer alıyor. Toprak Ana’nın, Habil ile Kabil’in ve Cennet ve Cehennem’in değişik tasvirlerle işlendiği mother!, davetsiz misafirlerin ziyaretiyle birlikte ilişkileri test edilen bir çiftin etrafında geçiyor.
“Force Majeure” (Turist) filminden tanıyacağınız efsane olma yolunda ilerleyen yönetmen Ruben Östlund‘un Altın Palmiye ödüllü, sanat dünyasını başarılı bir şekilde tiye alan yeni filmi The Square‘de drama da doyacaksınız.
Netflix’in 2017’ye birçok dram şaheseri bıraktığının da farkına varmamızı sağlayan Macon Blair‘in I Don’t Feel at Home in This World Anymore’unda, depresyonda olan bir kadın, evi soyulduğunda, hırsızları komşu komşusuyla birlikte takip ederek kendine yeni bir amaç edinir. Ama çok geçmeden, kendilerini bir grup dejenere suçluya karşı tehlikeli bir maceranın içinde bulurlar.
Andrey Zvyagintsev’in yönettiği “Loveless” da onlardan biri. Filmde, boşanma arifesinde olan bir çift, kavgalarından biri sırasında ortadan kaybolan çocukları için tekrar güçlerini birleştirmek zorunda kalıyor. 2017’nin en iyi dramlarından.
Bir anne, suçluları yakalanamadığı zaman, kızının cinayetini çözmek için yerel makamlara şahsen meydan okur. Martin McDonagh‘ın 2017’nin ödüle doymayan filminde (110 ödül aldı), Frances McDormand kendi kariyerinde iyice devleşen bir noktaya geliyor.
İsmi pek de bilinmeyen David Gordon Green‘in gerçek bir hikayeye dayanan filminde, bukalemun yıldız Jake Gyllenhaal (Jeff Bauman) ve Orphan Black’ten tanıyacağınız Tatiana Maslany başrolde. 2013’te gerçekleşen talihsiz Boston Marathon bombalanmasına dayanıyor.
Yakın gelecekte, artık yorgun düşen Logan, Meksika sınırında bir yerde, Profesör X’e bakıcılık yapmaktadır. Ancak, Logan’ın dünyadan saklanma girişimleri, karanlık bir güç tarafından takip edilen genç bir mutant geldiğinde mahvolur.
Her ne kadar asıl janrı bilimkurgu olsa da, aslında genç bir blade runner’ın, uzun zamandır gömülü bir sırrın keşfiyle, otuz yıldır kayıp olan eski kulağı kesik blade runner Rick Deckard’ı takip etmesini işleyen bir dram. Denis Villeneuve’ün bazı sahneleri sinemalarımızda sansürlenen eseri.
İki adam, II. Dünya Savaşı’ndan, ırkçılığa karşı mücadele etmek ve savaştan sonra hayata uyum sağlamak için mücadele ettikleri Mississippi köyünde bir çiftlikte çalışmaya geri dönerler. Dee Rees’in Jonathan Banks, Carey Mulligan, Jason Clarke gibi isimlerle dolu, yeterince bahsedilmemiş dramlarından biri.
Daha öncesinde ilkini incelediğimiz Creep serisinin ikincisinde, seri katil olduğunu iddia eden bir adamın isteklerini karşılamak için ormandaki uzak evine işe giden bir video sanatçısını izliyoruz. Ama günü onunla geçirmeyi kabul ettikten sonra, yakında ölümcül bir hata yaptığını fark eder. Asıl janrı gerilim olan bu yapımda aslında görmeyi bilenlere küçük dramlar gizli.
Bir borç ödemek için yeraltı dünyasına döndükten sonra, John Wick çok geçmeden kendisini yakalayana çok büyük bir ödül koyulduğunu keşfeder. John Wick yeni köpeğiyle ve yeni aksiyon dolu dramıyla sizlerle! Siz bunu izlerken üçüncüsü yolda bile.
Danny Boyle’un 20 sene aradan sonra çektiği devam filminde, yurtdışında 20 yıl geçtikten sonra, Mark Renton İskoçya’ya döner ve eski arkadaşları Sick Boy, Spud ve Begbie ile yeniden bir araya gelir ve olaylar gelişir.
Steven Spielberg‘ün ”sessizliğim asaletimdedir” temalı filminde, çok ses getirmemiş olsa da Meryl Streep ve Tom Hanks başrollerde. “The Post“, The Washington Post‘un ilk kadın yayıncısı olan Katharine Graham (Streep) ile editör Ben Bradlee (Tom Hanks) arasındaki, Amerika’nın Vietnam’daki rolüyle ilgili Pentagon Belgelerini yayınlamak için yaptıkları ortaklığın etrafında geçiyor.
Rekabetçi buz patencisi Tonya Harding, ABD’de Artistik Patinaj Şampiyonası’nda yükselen bir yıldız, ancak eski kocası müdahale ettiğinde, aktivitedeki geleceği şüphe uyandırıyor ve skandallarca olaylar gelişiyor. Hiç duymadığınız yönetmen Craig Gillespie, Margot Robbie ve Allison Janney arasındaki dinamiğe keşke daha çok odaklansaymış diyoruz.
Film ölümden sonra yaşamın bilimsel olarak kanıtlandığının açıklanmasından iki sene sonrasında Dr. Harber’ın (Robert Redford) evinde aşırı sakin bir canlı yayın röportajı ile başlıyor. Bilin bakalım neler oluyor? Charlie McDowell Netflix’in beğenilen bilimkurgu ve dram filmlerinden birine imza atmış.
Fatih Akın‘ın yine başarılı dramlarından biri olan In the Fade’de, bombalı saldırıda kocasının ve oğlunun ölümünden sonra dünyası başına yıkılan Katja, haksızlık ve yas dolu bir sürecin ardından intikam peşine düşer.
Olivier Assayas‘ın Kristen Stewart’lı draması ilk gösteriminde Cannes’da yuhalanmış, sonrasında başka bir kesim tarafından da oldukça beğenilmişti. Paris’teki kişisel bir alışverişçi, daha önce orada ölen ikiz kardeşi ile temas kurmadan şehri terk etmeyi reddeder. Gizemli bir insanın kendisiyle mesaj yoluyla iletişim kurmasıyla hayatı daha da karmaşık hale gelir.
Hiç duymadığınız yönetmen Greg McLean‘in, yine hiç duymadığınız bir sosyal deney filmi. Sürprizlerle dolu bir sosyal deneyde, Kolombiya Bogotá’daki yüksek bir ofiste, seksen Amerikalı kilitli kalır ve şirketin interkom sisteminden gelen bilinmeyen bir sesle ölümcül bir öldürme oyununa katılarak, ölmek ya da öldürmek için emirler almaya başlarlar.
Bu listedeki en sevdiğimiz filmlerden olan Raw, Julia Ducournau‘nun daha öncesinde kısa filmlerinde de oynattığı gelecek vadeden oyuncu Garance Marillier’i devleştirdiği bir dram adeta. Sürpriz sonlu bu aile dramasını mutlaka ama mutlaka izlemenizi öneririz. Bu yazının bayrama denk gelmesinin zamanlaması ise manidar oldu.
En İyi Dram Filmleri 2018
2018’in en iyi dram filmlerinden biri de Jeremiah Zagar’dan geliyor. Üç çocuk, genç ebeveynlerinin, aileyi defalarca yapan ve yok eden uçucu aşkının ortasında, çocukluklarını delip geçiyor. Manny ve Joel, sevgi dolu ve tahmin edilemez babalarının versiyonlarına dönüşürken, Ma, en genç olan Jonah’ı evinin kozasında barındırmaya çalışıyor. Eski kardeşlerine göre daha duyarlı ve bilinçli olan Jonah, hayal dünyasını gittikçe kendine özgü bir dünya olarak benimsiyor.
Cannes 2018’de olay yaratan ve eleştirmenlerin ağızlarının suyunu, dünyanın su ihtiyacını 50 sene karşılayacak kadar akıtan FIPRESCI ödüllü Burning, Haruki Murakami’nin öyküsünden Lee Chang-dong bakışıyla sinemaya uyarlanmış ve iyi ki de uyarlanmış.
Köydeki bir olayı takiben, 8 yaşındaki kız Shula büyücülükle suçlanır. Kısa bir aradan sonra suçlu bulunur devlet tarafından gözaltına alınır ve bir çölün ortasındaki cadı kampına sürülür. Kampta yeni hayatını bir cadı olarak çevreleyen kuralların gösterildiği bir başlangıç törenine katılır. Diğer sakinler gibi Shula da büyük bir ağaçta bulunan bir bobine bağlanan bir kurdeleye bağlanır. Kurdeleyi keserse lanetlenip bir keçiye dönüşeceği söylenir. Yönetmen Rungano Nyoni.
Afişinden bir sürü anlam çıkarabileceğiniz ve olumlu eleştiriler alan 2018 dram filmlerinden Foxtrot’ta Samuel Maoz, sorunlu bir ailenin, oğullarının ıssız askeri birliğinde bir şeylerin yanlış gittiği gerçeğiyle yüzleşmesini konu alıyor.
Ari Aster‘in Sundance’te görücüye çıkan ve çok beğenilen filmi Hereditary, her ne kadar yılın hatta son 10 yılın en iyi korku filmi olarak pazarlansa da aslında dram filmi olarak izleyince anlamlı oluyor. Aile büyüğü öldükten sonra, acı çeken bir aile trajik ve rahatsız edici olaylar tarafından tuzağa düşürülüyor ve karanlık sırlar açığa çıkmaya başlıyor.
Luca Guadagnino‘nun, merakla beklediğimiz yeniden uyarlaması Suspiria’da, dünyaca ünlü bir dans şirketinin merkezinde, sanat yönetmeni, iddialı genç bir dansçı ve yas tutan psikoterapistin etrafında geçen karanlık karanlık olaylar anlatılıyor. Bazıları kabusa boyun eğecek. Diğerleri sonunda uyanacaklar.
Jason Reitman‘ın koskoca Atomic Blonde‘ı ne hallere soktuğuna şahit olacağımız Charlize Theron’lu Tully’de, üç çocuk annesi bir kadın, yeni doğan çocuğuna bakabilmek için bir bakıcı işe alıyor ve olaylar gelişiyor.
Gloria, A Fantastic Woman gibi fantastik güzel işlerle tanıdığımız Sebastián Lelio‘nun merakla beklenen ama çok büyük beklentilerle izlenince fos çıkan kuir aile draması Disobedience, yasaklar içinde geçen hayat mücadelesini konu alıyor. O kadar. Olduğu kadar diyelim.
Emily Danforth’un romanından uyarlanan, Desiree Akhavan’ın yönetmenliğini üstlendiği bu kuir filmde, okulun balo kraliçesiyle seks yaparken yakalanan bir genç kız, “homoseksüel tedavi merkezinde” gözetim altına alınır. Film Sundance’te Jüri Büyük Ödülü / Grand Jury Prize ödülünü almıştı.
Xavier Dolan’ın olaylı dram filmi The Death and Life of John F. Donovan 2018’in en çok beklenenlerinden. Çünkü Xavier Dolan, son birkaç senedir titizlikle üstünde çalıştığı “The Death and Life of John F. Donovan”ın baş kötü karakterlerinden biri olan Jessica Chastain’in rolünü, filmin akışına uymadığı gerekçesiyle kaldırdıklarını açıkladı. Jessica’nın adını IMDB’deki film kadrosundan silseler de posterleri duruyor. Dağ gibi kadını post-prodüksiyonda harcadılar resmen. Film Natalie Portman, Kit Harington, Susan Sarandon ve Kathy Bates gibi isimlerle adeta bir ünlüler geçidi.
2017 Cannes Film Festivali’nde “The Killing of A Sacred Deer” ile birlikte En İyi Senaryo ödülünü paylaşan You Were Never Really Here, aynı zamanda Joaquin Phoenix’e de Cannes’da en iyi aktör ödülünü kazandırdı. Drama doymak isteyen izlesin.
The Office serisinde canlandırdığı Jim (Big Tuna) karakteri ile tanınan John Krasinski ilk iki uzun metrajlı yönetmenlik deneyiminden (The Hollars, Brief Interviews with Hideous Men) sonra A Quiet Place ile karşımızda. Tamamen işaret diliyle anlaşılan bu filmi izleyin, konuşalım.
Sebastián Lelio 2017 ve 2018 dram filmleriyle şovunu yapmaya devam ediyor. A Fantastic Woman’da, gece kulübü şarkıcısı ve aynı zamanda garson olarak çalışan transseksüel bir kadın olan Marina, eski erkek arkadaşının ölümüyle tamamen yıkılıyor ve küllerinden yeniden doğuyor.
Wes Anderson’ın animasyonla döndüğü 2018 yapımı filmi Isle of Dogs, basit bir animasyon olarak gözükse de aslında büyüklere de güzel mesajlar içeren sivri dilli bir dram filmi. Japonya’da geçen filmde, küçük bir çocuğun kayıp köpeğinin peşindeki macerasına ortak oluyoruz.
Duygusal filmler demişken tabii ki akla ilk olarak The Pursuit of Happiness geliyor ama çok eski olduğu için bu listede yer alamadı. Sizin favori olarak gördüğünüz en iyi dram filmi hangisi?