I’m Thinking of Ending Things
Synecdoche, New York (2008) ve Anomalisa’dan (2015) sonra 3. kez yönetmen koltuğuna oturuşunu özlediğimiz yazar, yönetmen Charlie Kaufman, bu kez I’m Thinking of Ending Things (2020) ile zihin kırıntılarımızdan set inşa ediyor. Daha öncesinde Being John Malkovich (1999), Adaptation. (2002) ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004) ile gerçekliğin ve benliğin sorgulandığı kalemine konuk olduğumuz senarist ve yönetmen, bu kez Iain Reid‘ın aynı adlı romanından (2016) bir uyarlamayı bizlerle buluşturuyor. (Yazının buradan sonrası keyif kaçırıcı detaylar içermektedir.)
Kasvetli, kırgın bir güzellik
Filmin ilk perdesi, yüzeyde, mutlu gibi gözüken ama aslında bir tarafın bu mutluluğu hep sorguladığı bir ilişkinin tanıtımıyla açılıyor. Film boyunca birden fazla isimle takdimine şahit olduğumuz Young Woman (Jessie Buckley) ve Jake (Jesse Plemons), Jake’in aile çiftliğinde (Toni Collette, David Thewlis) bir akşam yemeği yemek üzere yola çıkıyor. Yol boyunca kadının bir türlü kafasını toparlayamadığı içsel hesaplaşmaları ve konuşmaları, Jake’in sorularıyla bölünüp duruyor. Öyle ki, yine de bu yolculuğun, kafasını dağıtması için ona iyi geleceğini bile düşünüyoruz. Nihayet aile evine vardıklarında, hem ailenin garip davranışlarından hem de çeşitli zaman/mekan atlamalarından, bir şeylerin ters gittiğine dair hislerimiz tezahür etmeye başlıyor.
Çiftlikteki ölen küçükbaşların kar içinde bırakılmasına cevap olarak verilen tepkisizlik; alttan çürüyerek ölüme hazırlıksız yakalanan domuzların kaderinin doğal hayatın parçası olarak kabullenilişi; Jake’in kız arkadaşının, kendilerini/ilişkilerini tarif ederken birbirlerinin var oluşunu destekleyici unsur olarak görmesinden bahsetmesi, var olmak ve görülmek için onaylanmaya ihtiyacı olan, yaşlandıkça bu görülme ve onaylanma mekanizmasının çürümeye yüz tutmasıyla yüz yüze kalan bir birey ile ilgili sıkıntı duyan birilerinin olduğu sinyalini veriyor. Tüm bunlar sanki dışardaki gündelik dünyada yaşanıyor hissi verse de, o kapısı kilitlenen bodrum katta zihnin derinliklerine doğru yola çıkacağımızı hissetmeye başlıyoruz.
Düşünce akışının vücut bulmuş hali
Yemek masasında anladığımız kadarıyla, Jake ”kuzguna yavrusu şahin görünür” misali, özel bir çocuk olmasa da kız arkadaşına anlatılırken parlatılmaya çalışılan, vasıfsız, sıradan biri. Hatta bu yüzden bir arkadaşı olmasına bile şaşırıyor ailesi. Jake’in sinirbilim ile ilgilendiğini sandığımız kız arkadaşı ise, bir anda şair oluyor, ressam oluyor, nasıl istersek öyle oluyor. Belki de hepsidir diyerek önemsemiyoruz ilk perdede. Tüm bunlar olup biterken, paralelde, ilerde tanışacağımızı ya da Jake’in yaşlılığı olduğunu düşündüğümüz bir okul hademesinin de bakış açısını görüyoruz anlatılanlarla uyuşan sahnelerde. Ve ilk perdede gösterilen bir çok unsur, hikayenin düğüm ve çözüm bölümlerini oldukça aydınlatacak malzemeler de toplatıyor izleyene.
Kar bastırdıkça ve evden gitmeleri uzadıkça, değişik bir zaman girdabında olduğunu düşünmeye başlıyoruz evin. Jake’in ailesini genç, orta yaşlı, yaşlı ve ölüm döşeğinde gördüğümüz anlarda anne ve baba karakterlerin birbirleriyle bağlantıda olamadığını görebiliyoruz. Buna ek olarak, geliş yolunda kadının baştan sona seslendirdiği yeni şiirinin, Jake’in çocukluk odasındaki bir kitaptan alıntı olduğunu öğrendikten sonra tepkisiz kalışına şaşırıyoruz. Sanki hepsi bir hatırlamadan ibaret. Genç kadın artık kalkmak istese de, saplantılı bir düşünce kırıntısı gibi bir türlü ayrılamıyor bu çiftlik ziyaretinden.
En büyük düşman
Yavaş yavaş, en büyük düşmanın hafıza olduğunu hissetmeye başladığımız bu garip yolculuk, kışın, hiçliğin ve tipinin ortasında dondurma bile aldırıyor. Çocukken Jake’in en sevdiği marka olan dondurmacıya, şarkısını mırıldanarak gidiyorlar ama Jake sipariş bile veremiyor aşağılanma korkusundan. Sonrasında, bitiremedikleri dondurmalardan kurtulmak için Jake’in lisesine çöp atmaya uğruyorlar (yola atmadıklarına şaşırdınız değil mi?) ama en büyük çöpün Jake’in zihninde olduğunu gösteriyor okul bize.
Son perdede, film boyunca paralelde misafir olduğumuz zihnin aslında Jake’in kendi zihni olduğunu (en büyük destekleyici ipucu, Jake’in evin bodrum katındaki R harfli çamaşırını okuldaki hademede görmemiz sanırım) ve sevgilisi olarak gördüğümüz kadının aslında yapay bir anıdan ibaret olduğunu anlıyoruz. Keşkeleriyle dolu zihni, hem hapishanesi hem de lunaparkı Jake’in. Bir yandan ömrü boyunca yapamadıklarından pişman olurken, bir yandan da bunların yaşandığı paralel versiyonları hayal edip yeni anılar yaratarak kendini mutlu etmeye çalışıyor. Kar da burada, hem çığ gibi olursa kolaylıkla altında kalabileceğiniz, hem de çok kolay gelip geçen, eriyen düşünceleri simgeleyen güzel bir metafor olarak okunabilir.
Zincir dendiğinde köpeğin silkinirken tasmasından çıkan zincir sesi, arabada giderlerken mecaz anlamda ”üzerine gelme”den bahsettiklerinde yağan karın alt açıdan çekimi gibi senaryo ile geçişlerin mükemmel uyuşmasına hayran kaldığım uzun bir şiir I’m Thinking of Ending Things. Kitabını okumadım ama tüm uzunluğuna rağmen yaşattığı deneyimi sevdim. Benzerleri ve daha fazlası için meraklısını beyin yakan filmler listemize davet edelim.
Kaufman’ın da dediği gibi bazı güzellikler acımasızlıkları da beraberinde getiriyor ama her şeye rağmen bunlara karşı durup istediğimiz hayatı yaşamak bizim elimizde.