Daha “okuma” kavramından bile bihaberken götürüldüğü altyazılı yabancı filmde tanıştı beyaz perdeyle. Varsın olsun anlamasındı perdeye yansıyanları. Artık zehri almıştı bir kere. O beyaz perde uğruna suyunu çeken harçlıklar çok can yaktı. Iyisi-kötüsü ayırt edilmedi izlendi ne varsa. Kötüsü bilinmeden iyinin kıymeti bilinemezdi çünkü. İzlediği filmlerin sayısı dört haneli sayıları aşalı çok oldu. Arkadaşları imdb yerine kendisini kullanır oldu. Anlatamadığı şeyleri filmlerde aradı, buldu ve yaşadı. Büyüdü sinemacı olmadı ama. Aşkını işle karıştırmak istemedi belki de. Tam tersine mühendis oldu, o da yetmedi doktora bile yaptı. Ya da yapmaya çalışıyor. İkisinden biri...
Sinemayla tanıştıran değil belki ama aklımı alıp aşık eden Orta Dünya’nın büyüsüydü. Ortaokul yıllarımda Pulp Fiction’ı izleyip niye abartıldığını anlamadığımı söylediğimde abimden gelen, “Biraz daha büyüyünce tekrar izle, anlarsın” yanıtı, arkadaşlarımdan gelen “Bi’ film önersene izlemeyelim, sıkılırız”a dönüştüğünde biraz daha büyüdüğümü anladım. Mulholland Drive’ı ben anlıyorum da mı izliyorum? “Aynı filmi 73 kez izleyemezsin” mi? Ne münasebet! 124 kez de izleyebilirim. The Seventh Seal ve Dirty Dancing’e aynı seviyede heyecanlanabiliyorum. Hala DVDlere inanıyorum. Bir de korku filminde ilk öleceğime eminim.