Hipnoz Eden Savaş ve Hipnoz Edilen Çocuklar
Bilmediğimiz bir ülkede, bilmediğimiz bir tarihte bir grup çocuk askerden oluşan Monos (Tekler) ekibinin iki görevi vardır: Onlara hediye edilen ineği sağ tutabilmek ve ellerinde olan bir rehineyi ellerinden kaçırmamak. Gündüzleri görevlerini çok ciddiye alan ekip, gece olunca ise alkol, seks ve eğlence dolu zamanlar geçirmektedir. Ancak onlar da bilmektedir ki bu eğlenceli anlar sırasında yaptıkları her şeyin sebebi, yaptıkları her şeyin sonucu ve yaptıkları her şeyin etkisi şiddet olacaktır.
Gerçek ve Gerçeküstü Görseller
Film, ilk karesinden itibaren sizi (literally) bulutların üzerinde bir dağa çıkarıyor. Bir süre burada, muhteşem bir sinematografi ve bize gerçekliği sorgulayan görsellerle zaman geçiyoruz. Filmin kendisi de (su gibi akan) 102 dakikası boyunca savaşın ve şiddetin acı veren realizmi ve ergenliğin, bu yaştaki çocukların büyümek zorunda olmasının sürrealizmi arasında sizi bir salıncaktaymışçasına sallıyor. Bizi sürrealizme sürükleyenler yalnızca çocukların davranışları ya da görsellerin göz alıcılığı değil; Mica Levi’nin her zamanki gibi deneysel bestesi de bizi bulutların üstünü göstermekle kalmıyor, müzikle beraber bulutların üstüne ‘çıktığımızı hissettiriyor’. Sinematografi ise size ne kadar geniş açılarda bu dağların ve ormanların büyüklüğünü gösterse de karakterlerin yüzlerine yapılan ‘close-up’larla olabildikçe klostrofobik bir ortam yaratmayı başarıyor.
İsmi Bilinmeyen Oyuncuların Unutulmayacak Performansları
Lord of the Flies’daki karakterleri Apocalypse Now gibi bir filme koyarsanız, karşınıza Monos çıkıyor. Ancak baş karakterlerimiz çocuk olduğu için filme bir ön yargıyla yaklaşılabilir, bu ön yargınızı hemen ve tamamen kaldırmanız gerektiğini söyleyeyim. Baş oyuncularımızın yalnızca biri dışında hiçbirinin oyuncu olmadığını ve bunun kamera karşısındaki ilk görüntüleri olduğunu duymak benim için gerçekten inanılmazdı. Sadece karakter ‘olmayı’, duygusal ve zihinsel olarak oynanan karakterin kafasına girmeyi değil; fiziksel olarak da karakterleri olmayı başarıyorlar. Ve dağda, ormanda, çamurda, nehirde, zor şartlar altında geçen böyle bir filmde fiziksel olarak bu kadar gerçekçi bir performans sergilemeleri, (umarım) ileride de onları daha iyi yerlerde göreceğimizi de gösteriyor. Her biri toplanıp bir ekip olma ruhunu muhteşem bir şekilde ortaya koyuyor ve yazar/yönetmen Alejandro Landes ile yapılan röportajlarda da diyalogların neredeyse hiçbirinin doğaçlama olmadığını öğrendikten sonra performansların gerçekçiliği de bir seviye yukarı çıkıyor. Film o kadar duyulmayacak ve birazdan dediğim şey gerçekleşmeyecek ancak ‘Rambo’ isimli karakteri canlandıran Sofia Buenaventura’nın ödül törenlerinde gözükmesi, bu performansıyla adaylıklar ve hatta ödüller alması gereken bir isim olarak öne çıkıyor.
Rehineyi canlandıran Julianna Nicholson ise Hollywood filmlerinde oynamış bir aktris olarak, çekim yapılırken yaşadıklarını şu şekilde anlatıyor:
“Evet, zordu… ama oyunculuktu. Ne kadar ormanda ya da dağda her şeyden, herkesten uzakta bir film çekiyor olsak da hepimiz eğlendik. Kamera karşısına geçince ‘zor şartlar altında olduğum’ hissini vermek de benim işim. Yoksa Alejandro ‘kestik’ dedikten sonra hepimiz tekrardan muhabbet ve sohbet etmeye devam ediyorduk. Çocuklardan İngilizce konuşabilen neredeyse yoktu, herhalde çekimlerde yaşadığım en büyük zorluk bu oldu.”
Metaforlarla (Fazla) Dolu Hikâye
Alejandro Landes, filmin hikayesine bazen bir masal gibi, bazen mistik, bazen ise mitolojik bir hikâye gibi yaklaşıyor. Çocuk askerlerin bu yaşadıkları tamamen ele alındığında ‘ergenlik’ üzerine bir metafor olarak da algılanabiliyor. (Ki yönetmenin kendisi de bunu kabul ediyor.) Ancak bazen, bazı sahneler, karakterlerin bazı davranışları ve neredeyse döngüye giren anlaşmazlıklar sizi bazen ‘bu neyin metaforu olması gerekiyor’ şeklinde düşündürüyor. Karakterler arasındaki şiddet ve ihanet içeren tartışmalar, anlaşmazlıklar ve yol ayrımları özellikle filmin ikinci perdesinde kısa bir döngüye girerek, sizi duygusal bir boşluğa sürüklüyor. Bu da sizi acımanız gereken rehine karakterine bile empati duyamamanıza yönlendiriyor.
Monos, vahşi bir realizm ve gerçeküstü bir fantezi arasındaki çizgiyi, yetişkin hayatın acımasız gerçekleri ve çocukluğun masumluğu şeklinde de çiziyor. Şiirsel ve gerçeküstü tonu taşıdığı zamanlarda bir anda çirkin ve katı da olabiliyor. Monos, sinema perdesinde izlenilmesi gereken, eşi benzeri olmayan ve (filmler için çok nadir kullandığım) ‘iddialı’ bir film.