Marriage Story
Konuk Yazarımız Cemre Yıldız’ın kaleminden
Merhaba Sevgili Film Sever İnsan,
Bu sayfaya bir şekilde inmişsen ya da tabiri caizse düşmüşsen filmlere karşı ilgin vardır. Marriage Story filmini henüz izlememiş olabilirsin diye “Spoiler Geliyor!” kısmına kadar rahatlıkla okumaya devam edebilirsin. Ancak eğer henüz izlememişsen sana şiddetle tavsiyem bu filmi izlemen, daha sonrasında bu yazıyı okuman yönünde. Hazırsak başlıyorum, ilk film yorumum, günahı olmaz, kusurum varsa şimdiden affola.
Öncelikle ben kimim? Kim köpek bu filmi izledi de yorumluyor, kısaca bilmek hakkındır diye düşünüyorum. Öncelikle adım Cemre. 30 yaşında evli bir kadınım. Ama korkma, erkeksen ve yazdıklarımla bir bağ kuramayacağını düşünüyorsan konu öyle kadın-erkek ayrımı/çatışması değil. Tüm kadınlar haklıdır, ya da “tüm evli kadınlar haklıdır” gibi iddialarım kesinlikle yok.
Eşimle beraber aynı sektörde aynı işte çalışan biri olarak bu filmin fragmanını ilk izlediğimde OBİÇİMSİNEMA yönetimine seslendim ve dedim ki “Ne olur bu filmin yorumunu ben yazayım.” Ya birikmiş kişisel kredim vardı ya da bu filme yorum yazmayı benim kadar isteyen başkası yoktu, inan bilmiyorum sevgili okur. Açıkçası filmi yeni izlemiş biri olarak çok da önemseniyorum. Buradayım ve yorumluyorum.
Sevgili henüz evlilik cüzdanı sahibi olmamış insan. Bu söylediklerimle bağ kurabilmen için bir evlilik cüzdanına ihtiyacın yok. Herhangi boyutta “ciddi” bir ilişkin varsa ve partnerinle aynı sektördeysen kolaylıkla bağ kurabilirsin. Korkma spoiler kısmına gelmedik. Önce fragmanı ele alıyorum. Pek çok arkadaştan aldığım yorumlar “O filmi izlemeyi çok istedim ama fragmanı izledim, ay, sonra çok üzülürüm diye korktum, devamını izleyemedim.”
Bu hayatı yaşayan biri olarak fragmanı izlediğimde hiç “ay boşanmasınlar n’olur, ne de şirin bir çift” diye düşünmedim. Sevgili okuyucu, gaddar ve kalpsiz olduğumdan değil, fragmanı izlediğimde şirinliklerinden çok ne kadar sıkıntılı olduklarını gördüm. Bir cümle var fragmanda “çok rekabetçi” ya da “rekabeti sever” ya da artık Türkçe’ye nasıl çevirmek istersen o olsun. Hem kadın, hem adam aynı cümleyi birbirlerini tarif ederken kullanıyorlar. Bu çok büyük bir ünlem işaretidir. Rekabet iş hayatında, futbol maçlarında ya da hayatımızın pek çok alanında barındırmak isteyeceğimiz bir konsept olabilir. Kendi çocuğumuz hakkında bile “Rekabeti sever, arkadaşlarıyla ne oyun oynuyorsa yenmek için çaba sarfeder.” desek de kimse çıkıp karşımıza “Ben evimde de rekabet isterim” demez.
Gelgelelim ev hayatına, evlenince ya da bir partnerle aynı yaşam alanını (ve bunun üzerine belki de iş alanını) paylaşıyorsan “Rekabet” kelimesi zehirli bir yılan gibidir. Tam tabiriyle kara mambadır. Yorgun bir günden sonra evine geldiğinde, koltuğunda patates olduğunda hayat arkadaşınla rekabete girmeyi hayal eden sayılı psikolojik rahatsızlığı olan insan vardır. Onlara lafım yok. Herkes kendine göre insan. Ama büyük bir çoğunluğumuz kendi evimizde hırs peşinde isim yapma peşinde koşmayız. Ben bu “Rekabet” kelimesini fragmanda farkettim ve anladım, bu iki insan kesinlikle evliliklerinde mutlu değiller, bir şekilde çözülmesi gereken bir sorun var. O yüzden hiç “Ay kıyamam ben” demedim açıkçası.
Nicole rolünde Scarlett Johansson ve Charlie rolünde Adam Driver. İkisi de güzel, ikisi de yakışıklı, artık ikisi de ne pozitif kelime varsa o. İzlerken ve oyuncukları sırasında “şirinlik” benim gördüğüm en son şeydi. Beraber bir çocuk sahibi olmuş ve stresli bir yaşama sahip, evlilikleri sallantıda bir çift gördüm. Hiç içim kıyılmadan filmi izleyebilmemin sebebi buydu. Eğer sen de sulu göz bir nane molla isen hiç çekinme sevgili okuyucu. Otur ve filmi izle.
Sadece görüntüye bakmadan, konuşmaları duyarak izle. Çünkü her kopan insan ilişkisinde olduğu gibi onlarda da kendi kafalarına göre etiket yapıştırma ve karşı tarafın aslında ne dediğini dinlememe durumu var. Çevrenini ailenin, arkadaşlarının neler dediği var. Hem de karşılıklı olarak. Bir nevi böyle önyargılı düşünerek sen de aynı davranışı sergiliyorsun. Kafanı ve kulaklarını aç. Öyle izle. (Sanki ben 1276 film yorumladım, 7 kere evlendim ve harika bir dinleyiciyim gibi ilerliyorum ama hadi hayırlısı.)
Buradan sonra “SPOILER ALERT” vermem gerekiyor. Eğer hala filmi izlemediysen ve izlemeyi düşününüyorsan, şimdi tam zamanı. Git, izle ve sonra geri gel. Yine buradayız. Hayat kısa ve kuşlar uçuyor. İzler izlemez gel geri, beni yorumla lütfen.
Açılış sahnesi itibariyle zaten hiç mutlu bir evlilik görmüyoruz. Evlilik terapistine ve “ara bulucu”ya giden bir çift var gözlerimizin önünde. Terapistin verdiği “ödev” sebebiyle birbirleri hakkında olumlu ne varsa yazıp gelin, burada birbirinize okuyun demiş terapist. İkisinin de çok güzel olumlu özellikleri var. Adam enerji sarfiyatını azaltmaya çalışıyor, harika bir baba. Kadın her detaya yetişen muhteşem bir ev kadını olmasının yanında harika bir dinleyici ve tabii ki harika bir anne.
Sonra ikisinin yazdığı yazıda da aynı kelimeler senkronize oluyor. “O çok rekabetçidir.” (Bu esnada bende arka planda alarm çanları.) Kadın yazdıklarını sesli bir şekilde adama okumak istemiyor. Çünkü boşanmayı ve ayrı bir yolda ilerlemeyi kendine amaç edinmiş durumda. Ona göre öyle terapist filan çözemez. Nicole, daha önce bir filmde oynamış, yıldızı parlak bir oyuncu iken her şeyi bırakıp Charlie ile evleniyor ve Charlie’nin yönetmenliğini yaptığı tiyatrolarda oyunculuk yapıyor. California yerine New York’ta yaşamak durumunda kalıyor. Eşinin tüm taleplerini göğsünde yumuşatıp topu taca atan her kadın gibi onun da en sonunda “E, ben ne için doğdum da yaşıyorum bu hayatı?!” isyanı zaten kaçınılmaz.
Bu esnada Charlie işine ve işlerinin akışına kendini o kadar kaptırmış ki karısının ona sürekli “California’ya gidelim.” ağlamalarını hiç fark edememiş bile. Buna da cinsiyetçi şekilde yaklaşmayacağım. Bazen gerçekten kadın da olsan, erkek de olsan, karşındaki partnerini CAPS LOCK açık konuşmasına rağmen okuyamayabiliyorsun. Meh.
İkisi de birbirini hala seviyor. Ama insan olarak. Bu kısmı da atlamamak gerek. Kaybetsin, beter olsun, ağlasın, köpek olsun gibi istekleri yok. Her şeyi eşit bölüşmeye varız, haydi boşanalım diye uzlaşıyorlar. Sonra Nicole’ün arkadaşları Nicole’ü dolduruyor. İster istemez o kadar yıllık eşi Charlie’ye karşı avukat tutmasına sebep oluyorlar.
Bir dipnot, bu kadar detaylı boşanma konusunu ele alan bir Türk filmi (maalesef ki) izlemediğim için bilmiyorum, Türkiye’de bu işler nasıl ilerler. Ama filmden anladığım Amerika Birleşik Devletleri’nde bu boşanma işi, hele de çocuğun varsa, çocuğunun rızkını avukatlara yedirmek üzerine. Aslında çocuğu için en iyisini isteyen ve fazla da mal varlığı olmayan, her şeyi paylaşmaya hazır olan Nicole ve Charlie boşanma avukatlarının saçma sapan dolduruşlarıyla kanlı bıçaklı düşman haline gelirler. Bu esnada “Saçın uzamış.” diyerek ailenin berberliğini üstlenen Nicole ,Charlie’nin saçlarını bile kesmeye devam ediyordur. Mahkeme salonunda ayrı. Evlerde ayrı manzaralar seyredilir.
Çok küçük bir detayı atladım sanıyorsun, değil mi bu filmi çoktan izlemiş okuyucu? “Adam kadını düpedüz aldatmış, yuh.” diye bağrınan bir tribün insanı ensemde hissedebiliyorum. Çekiliniz oradan.
Bunca yıl Charlie’nin uygun gördüğü ve kariyerini zirveye taşıyacağı şekilde hayatını yaşayan Nicole niye “Ya benim hiç bir istediğim olmuyor? Ben California diye kaç kere demiştim, hiç bir şey yapmamıştı.” diyip bir anda atağa kalkıyor? Çünkü Charlie’nin e-postalarını okumuş, tiyatro ekibinden biriyle işi pişirdiğini ve aldatıldığını öğrenmiş. Gereğinden fazla fedakarlık yapan diğer herkes gibi enayi yerine konana kadar gıkının çıkmaması ve mutlu bir kadın tablosu çizmesinin sebebi budur.
Şahsen bu aldatma hikayesinin de rekabetten kaynaklandığını düşünüyorum. Ya da daha kötüsü sevgisizlikten. “Son bir yıldır benimle sevişmiyordun!” diye haykırıyor Charlie. Nicole da “Bana dokunduğunda kendi derimi yüzmek istiyorum, senden tiksiniyorum!” diye bağırıyor. Bir noktadan sonra hayatı paylaşan iki insan olmaktan çok kimin adı daha çok şöhret yapacak yarışmasına dönüyor. Tek sebebi de sevgisizlik.
Filmin sonu başına bağlanıyor. O birbirlerine yazdıkları “olumlu” mektubu, kadın aldatıldığını yeni öğrendiği zamanlarda sesli okuyup adamı daha da taçlandırmak istemiyor ve “Aman ne okuyacağım, ne hali varsa görsün” esintisiyle terapiyi terkediyor. Çocukları okuma yazmayı yeni sökerken, bulduğu o mektubu babası Charlie’ye heceleye heceleye okuyor. Burada oyunculuk ve aynı mektubun nasıl farklı seslendirilebileceği çok dikkat çekiciydi. İçerikte “Rekabet” kelimesi, herhangi bir kelime gibi geçiştiriliyor ve “Onu gördükten iki saniye sonra aşık oldum.” cümlesi akıllara kazınıyor.
Size tavsiyem, “Marriage Story” filminden mutlu evliliğin/birlikteliğin sırrını bularak kopacağınızı düşünmeyin. Çünkü kendini yok sayarak, kendi hayatını değersiz kılarak ve yalnızca başka bir insanın hayatını iyileştirmeye çalışarak zaten mutlu bir evlilik ya da birliktelik sağlayamazsınız. En azından uzun süreliğine.
Bu filmden ben aşağıdaki derslerle ayrıldım:
– Her şey geçici.
– Kendinizi yok sayacak şekilde bu hayatı yaşamamalısınız.
– Eşinizin sadece sizin mutluluğunuzu gözeterek karar vermesi de aynı sorunlara yol açabilir.
– Boşanmak çok meşakkatli ve masraflı bir işmiş, en azından Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle erkekler için.
– Bir insanın en çirkin yüzünü sadece sinirliyken değil, çok kırgınken de görebilirsiniz.
Herkese keyifli seyirler dilerim.