Bir Yükümlülük Değil, Hak Olarak Yaşamak
İçimdeki Deniz (özgün adıyla Mar adentro), 2004 yapımı bir İspanyol dram filmi. Galiçyalı denizci ve yazar Ramón Sampedro Cameán’ın gerçek hayat hikâyesini konu alıyor, yani based on a true story bir filmle karşı karşıyayız. Yönetmen koltuğunda Abre los ojos, Tesis ve The Others ile tanıdığımız başarılı Şilili-İspanyol yönetmen Alejandro Amenábar’ın, başrolünde ise Javier Bardem’in bulunduğu filmin Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’ı ve İspanyol sinemasının en önemli ödülleri Goya’da tam 14 dalda ödülü bulunuyor. Bu filmle tarzının dışına çıkan Amenábar sadece yönetmekle kalmamış, yapımcılığını da üstlenmiş, yazmış da… Müzikler bile kendisine ait, tıpkı Abre los ojos’ta olduğu gibi.
Çok sevdiğim filmleri, eski bir arkadaşla bir araya gelmişim gibi hissettirdiklerinden dolayı arada tekrar açar izlerim. Ne olacağını bilmenin verdiği o sıkıcı güven duygusu, sonunda sizi neyin beklediğini bilmediğiniz yeni bir maceradan daha iyi gelir bazen. İçimdeki Deniz’i de izleyeli yaklaşık 2-3 yıl oluyor. Bittikten sonra oturduğum koltuğa çakılı kaldığımı ve daha sonra her denk geldiğimde kendi kendime kesinlikle tekrar izlemeyeceğimi söylediğimi hatırlıyorum. O kadar mı kötüydü? Hayır, tabii ki hayır. Bu başka bir şey. Hem Amenábar ve Bardem bir araya gelip insanı izlediğine pişman ettirecek kadar kötü ne yapmış olabilirler zaten? İzlemeyen ve bu yazıyı okuyanlar, bir sonraki paragraftan itibaren çokça spoiler yiyeceklerini bilmeliler. Tavsiyem, bu sekmeyi yavaşça kapatmaları ve bir an önce filmi bulup izlemeye başlamaları. Bittikten sonra tekrar görüşmek üzere.
Çevremden duyduğum ve online platformlarda okuduğum yorumlarda filmin sıkça aldığını gördüğüm eleştirilerden biri, intihara özendirici olduğu yönünde. Sadece filme yönelik eleştiriler değil bunlar aslında. Olayların gerçekleştiği sırada İspanya’da da çokça tartışılan bir konu olmuş bu. Filme geçmeden önce biraz intihar ve ötenazi kavramlarına ve aralarındaki farka bakalım:
Ötenazi
İntihar, kişinin herhangi bir nedenden dolayı kasıtlı olarak kendi yaşamına son vermesi eylemidir. Genelde maddi/manevi zor hayat koşulları ve psikolojik sebepler itici güçtür. Koşulların iyileştirilmesi, psikoterapi ve/veya ilaç tedavisi ile çözüme kavuşabilir ve kişinin kendi rızasıyla hayata tutunmaya devam etmesi sağlanabilir. Ötenazi ise genelde bir hekim olan ikinci bir kişi tarafından gerçekleştirilir ve yapılacak kişiyi rahatlatma, acılarını dindirme amacı taşır. Amaç “acısız ve onurlu bir ölüm” olarak gösterilir. Burada bahsedilen ‘onurlu ölüm’ nedir?
Büyüklerimizden çokça duyduğumuz bir temenni vardır: “Allah muhtaç etmesin/süründürmesin/elden ayaktan düşürmesin”. Belki siz de denk gelmişsinizdir. İşte bu bağlamda onurlu ölümün karşılığı budur, ayrıca bu işlemin pek çok prosedürü vardır. Kişi çeşitli psikolojik testlerden geçer ve rızası alınır. Basitçe bu kavramlardan bahsettiğimize göre karakterimizi, bulunduğu durumu ve neden ötenaziyle hayatını sonlandırmayı istediğine bakabiliriz.
Ramón’un Hikâyesi
Ramón Sampedro, henüz 26 yaşında, gencecik yaşta tüm dünyayı gezmiş bir denizci. Bir gün, evinin yakınındaki her zaman gittiği sahilde suların çekilmesini hesaba katmadan kayalıklardan denize atlıyor ve boynu kırılıyor. Çok ciddi bir kaza geçirmiş olmasına rağmen hayatta kalıyor, ancak boyundan aşağısı tamamen felç bir durumda hayatını geçirmek zorunda kalıyor. Ömrünün geri kalanı boyunca sonlandırmayı düşleyeceği bir hayat onu bekleyen… Çeyrek asır geçiriyor bir yatakta. Yakınlarına her konuda muhtaç ve onlar bu şekilde hissettirmemek için ellerinden geleni yapsalar da kendisi yük olduğunu düşünüyor. İçinde bulunduğu koşullar, hayatını kendi elleriyle sonlandırabilmesini dahi mümkün kılmıyor. Kendini aç ve susuz bırakmaktan başka şansı yok. Bu da tahmin edersiniz ki oldukça acılı ve uzun bir süreç, ayrıca adil de değil. Ötenazi talebiyle mahkemeye başvuruyor. Hikâyesi kısa süre içinde tüm televizyon kanallarında konuşulmaya başlanıyor ve çok sayıda tartışmaya neden oluyor. “Felçli olan insanların hayatı yaşamaya değer değil mi yani?” gibi sorular yöneltiliyor. Bu gibi sorulara Ramón’un verdiği cevap ise: “Ben kimse adına değil, Ramón Sampedro adına konuşuyorum” şeklinde oluyor. Yani, yine kendisinin de dediği gibi, elmalarla armutları karıştırmayalım.
Ötenazi ve İnanç
Anketlerden elde edilen verilere göre İspanya halkının yarısından fazlası Ramón’un yanında olsa da kamuoyu desteği yetersiz kalıyor ve talebi defalarca İspanya mahkemeleri ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu tarafından reddediliyor. Ne kadar laik bir ülke de olsa, bu kararın verilmesindeki en büyük etkenin dini sebepler olduğu açık. İspanya gibi neredeyse 40 yıl diktatörlüğün hüküm sürdüğü ve koyu Katolik geçmişe sahip bir ülkeden bahsettiğimizde, bu pek de şaşırtıcı değil aslında. Bildiğimiz gibi bireyin kasten kendi hayatına son vermesi pek çok inançta büyük bir günah olarak kabul edilir. Hayatımız bize ait değildir, emanettir. Söz konusu kişinin rızası alınsa dahi hayatına son verme işlemini gerçekleştirmenin de cinayetten farkı yoktur. Yani intihar da ötenazi de mümkün değildir. Rahip ve Ramón’un diyaloğunda da bu dini perspektife yönelik ciddi bir sorgulama ve eleştiri görüyoruz. “Bir hayata mal olan özgürlük, özgürlük değildir” diyen rahibin Ramón’dan aldığı cevap ise “Özgürlüğe mal olan hayat da hayat değildir” oluyor. Filmin en can alıcı diyaloglarından biri olduğu kesin. Mahkeme sahnesinde de hakimler, son derece katı ve empatiden yoksun karakterler olarak yansıtılmış. Tüm bunlar, Amenábar’ın konuya bakış açısını da görmemizi sağlıyor.
Ramón ve Dokunamadığı Kadınlar
Ramón’un fiziksel olarak olmasa da hayatlarına dokunduğu iki kadın var: Julia ve Rosa. İkisi de farklı ancak benzer sebeplerden dolayı Ramón’dan etkileniyorlar. Julia CADASIL adında tedavisi olmayan bir hastalıktan muzdarip, bu yüzden kendini Ramón’a yakın hissediyor. Ramón’un yanında geçirdiği bir nöbet sonrası belden aşağısı felç oluyor. Javier Bardem bu sahnede karakterin çaresizliğini muhteşem bir biçimde yansıtmış, söylemeden geçemeyeceğim. Ramón’un içinde bir şeylerin daha koptuğunu çok net görebiliyoruz. Julia’nın hareketsiz yatan bedenine sadece birkaç metre uzaklıkta olsa da yine başka bir diyalogda kendisinin de dediği gibi o birkaç metre, onun için “imkânsız bir seyahat”.
Rosa ise fabrika işçisi bekar bir anne. Hayatına giren erkeklerin hiçbiri ona Ramón kadar ilgili ve şefkatli davranmamış. Ramón iki kadının da hayatlarındaki önemli bir boşluğu dolduruyor, ancak kendisi tek bir kişiyle, ölümle evli. Rosa ona olan hislerini açtığında, ona gerçekten âşık olan kişinin onu zorla hayatta tutmaya çalışmayacağını söylüyor. Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde aklımıza ilk gelen şeylerden biri onu bir daha göremeyecek olduğumuz gerçeğidir. En çok acı veren de budur hatta. Abisinin Javier’e eğer dava kazanılırsa amcasına olacakları anlattığı sahne de bunun bir örneği. Son derece insani olan bu düşünce, Ramón tarafından bencillik olarak değerlendiriliyor. Sindirmesi zor olmasına rağmen, durumu ve uğruna mücadele ettiği şeyi düşünürsek hiç de haksız sayılmaz. Bu yüzden Julia ona yardım edeceğini söylediğinde bir nevi aşkını ispatlamış oluyor. Halbuki bu, tıpkı Gené’nin hastane odasında dediği gibi ‘korkuyla verilmiş bir karar’. Julia bu korkuyu yenerek ya da yenemeyerek, bir şekilde hayatta kalmayı seçiyor. Ramón ise uzun zamandır beklediği ölüme Rosa sayesinde sonunda kavuşuyor. Ötenazi talebi defalarca reddedilince, intihar kaçınılmaz oluyor. Onun ölümünden sonra Julia’yı gördüğümüz sahne, benzer durumlardaki iki insanın farklı seçimler yapmasıyla ortaya çıkan bir tablo niteliğinde olmuş. Siz olsaydınız hangi yolu seçerdiniz?
Görsel İşitsel Bir Şiir
Film boyunca seyircinin duygularını harekete geçirmek hedeflenmiş. Mimik oyunculuğu ön planda, çekimler buna göre ayarlanmış ve müzikler de bu doğrultuda seçilmiş ve yapılmış. Rosa’nın Ramón’a Negra Sombra’yı armağan edişi, Julia odasında ses kayıtlarını dinlerken her şeyin eşzamanlı olarak Ramón’un gözlerinin önünden geçmesi, uçtuğunu hayal ettiği sahneler, baskın olarak kullanılan yeşil/mavi tonları ve doğa manzaraları ile adeta şiir yazmış Amenábar. Tek olumsuzluk: Galiççe diyaloglardan bazılarının eksik çevrilmiş olması. Tabii bu da dili bilip Türkçe’ye çevirisini yapabilecek çevirmen sayısının yok denecek kadar az olmasından kaynaklanıyordur. Keşke tamamen İspanyolca yazılmış olsaydı desem de Galiçyalı bir ailenin günlük hayatında sadece Castellano (İspanya İspanyolcası) konuşuyor olması, filmin gerçekçiliğinden çok şey alıp götürürdü. Oyuncuların performansları ise takdire şayan. Javier Bardem gülerek ağlamanın nasıl mümkün olabileceğini bizlere göstermiş ve kariyerinin en iyi performanslarından birini ortaya koymuş. Manuela rolündeki Mabel Rivera’nın ve Rosa’ya hayat veren Lola Dueñas’ın da hakkını yememek lazım. Daha fazla uzatmadan tüm ekibi tebrik ediyor ve Luz Casal’in büyüleyici sesinden Negra Sombra’yı tekrar dinlemeye gidiyorum. Daha nicelerinin sinemaya kazandırılması dileğiyle.