İngiliz Film Enstitüsü BFI‘nin düzenlediği ankete göre 846 film eleştirmenine sorulmuş ve 50 popüler cevap alınmış. İlk 10’unu sizler için sakladık. Hepsini biz hesapladık.
1- Vertigo (Alfred Hitchcock, 1958)
191 oyla tüm filmlerin arasından başarıyla sıyrılmış bir klasik.
Sinemanın ve sanatın bir simgesi olarak Hitchcock’un en yüce ve en esrarengiz parçası. Paranoya ve takıntı hiç bu kadar iyi yansıtılmamıştı. —Marco Müller
2- Citizen Kane (Orson Welles, 1941)
Orson Welles’in 157 oyla tüm filmlerin arasından ikinci sırayı kapan klasiği. Yurttaş Kane içimizden biri!
Kane ve Vertigo ilahi haktan dolayı listenin başında değiller. Ancak bu iki film, iyi sinemanın yapması gereken şeyleri yaptığından dolayı hala en iyiler arasında. —Geoff Andrew
3- Tokyo Story (Yasujirô Ozu, 1953)
Ozu, o kadar filmin arasından 107 oyla sıyrılarak üçüncülük koltuğunu altının teriyle hak etmiş bir yönetmen.
Ozu, referans olması amacıyla – en azından savaş sonrası filmlerine dayanarak- kendisini bir “tofu maker”a benzetiyordu çünkü hepsi küçük tema parçacıklarının çeşitli varyasyonları gibiydi. Peki neden Tokyo Story kendisinin başyapıtı ilan edildi? Çünkü sadece Tokyo Story’de bu Japon-tofu yapımcılık sanatını mükemmellik noktasına kadar rafine etti ve aile, zaman ve kayıp temaları hakkında gerçek anlamda evrensel bir film hazırladı.—James Bell
4- La Règle du jeu (Jean Renoir, 1939)
Tam olarak 100 oyla 4. sıraya oturuyor sevgili Renoir, sen çok yaşa.
Sadece Renoir, yaşlılık çalışmalarının huzurunu yakalamaya başlamadan önce, bu dünyayı karanlık, acımasız fakat objektif bir perspektiften inceleyen doğalcılık düşüncesini filme yansıtmayı başardı. La Règle du jeu, gelmiş geçmiş en büyük Fransız yönetmenin en büyük Fransız filmidir.—Olivier Père
5- Sunrise (F.W. Murnau, 1927)
Murnau 93 oyla 5. sırada.
F.W. Murnau, Almanya’dan 1926’da Amerika’ya gitmek üzere ayrıldığında, sinema neyin geleceğini öngörmüş müydü? Değişikliğin eli kulağında olduğunu anlamış mıydı? Güneşin doğuşu, belki de aynı ölçekte tekrarlanan – tekrarlanmayan hayal gücünün ve stüdyo sisteminin çelişen amaçları yerine birlikte çalışan gücünün bir örneği idi. —Isabel Stevens
6- 2001: A Space Odyssey (Stanley Kubrick, 1968)
90 oyla 6.sırada. Ama aslında gönüllerin birincisi! Öyle değil mi Kubrick?
2001: A Space Odyssey, insanlık ve evren macerasındaki yolda tek başına bir anıt ve inanılmaz vizyoner bir sıçrama örneği. Şimdilerde insanlığın o zamanki teknolojik iyimserliğinin doruk noktası gibi gözüken bir zamanda gelmiş bildiri gibi bir şeydi. —Roger Ebert
7- The Searchers (John Ford, 1956)
John Ford 78 oyla 7. sırada.
John Ford’un samimi intikam destanının popülaritesindeki dalgalanmalar, batıdaki popülerliğin kaymalarını mı yansıtıyor? John Ford’un hisse senetlerinin son on yılda arttığı kesin.—Kieron Corless
8- Man with a Movie Camera (Dziga Vertov, 1929)
Kameralı adam, 68 oyla sekizinci sırada.
Dziga Vertov’un şehir senfonisi, sonunda zamanı geçen bir şey mi oldu? Son zamanlardaki anketlerde 20.sıralarda yer alıyor. Eisenstein’ın savaş atı gibi, montajı devrimci bir bilinç aracı olarak gören bir agit-deneyi; masal ve illüzyonla ilerlemek yerine, hem modern kentsel gündüzü yansıtmada hem de katılımcı özneleri kaydetmekte bariz bir biçimde başarılı. —Nick Bradshaw
9- The Passion of Joan of Arc (Carl Theodor Dreyer, 1928)
65 oyla 9.sıraya yerleşen bir İskandinav şaheseri. Hep duydunuz ama hala izlemediniz değil mi?
Joan, insan yüzünün aşırı uç noktalarına dayanan gözyaşlarıyla, erken sinemanın ateş ve delilikten oluşan, kabul edilemez bir devi olmaya devam ediyor. 2010’da Jonathan Rosenbaum tarafından “sessiz sinemanın zirvesi – ve belki de sinemanın kendisi” olarak tanımlanarak, tüm zamanların en etkili filmi seçildi ve Toronto Uluslararası Film Festivali’nin “Essential 100” listesinde yer aldı. —Jane Giles
10- 8½ (Federico Fellini, 1963)
64 oyla ilk 10’da 10.sıraya yerleşmiş bir Fellini masalı.
Yaratıcılığın sancılarını en iyi şekilde anlatan ve film yapmanın narsistik, kendinden hoşnut olmayan, acılı, nostaljik, sıcak, eleştirel ve eğlenceli yanlarını yansıtan en başarılı filmlerden biri. Rüyalar, kabuslar, gerçeklik ve anılar aynı zaman çerçevesinde bir araya geliyor; izleyici Guido’nun dünyasını olduğu gibi değil, daha gerçekçi olarak görüyor. —Mar Diestro-Dópido
Siz hangilerini izlediniz ya da izlemek istiyorsunuz? Ya da izlemiş gibi yapıyorsunuz?
Ayrıca beyin yakan filmler listemizdekileri izlemeyi bitirip, ölmeden önce mutlaka izlemeniz gereken filmleri de çoktan izlediyseniz, sizleri 2017’nin şimdiye kadarki en iyi filmleriyle başbaşa bırakıyoruz.