The Lighthouse (2019)
Bu sene, Cannes Film Festivali‘ne paralel olarak gösterilen Yönetmenlerin On Beş Günü (La Quinzaine des Réalisateurs) seçkisinde dünya prömiyerini yapan The Lighthouse, The Witch’ten tanıdığımız Robert Eggers‘in son filmi. Ülkemizde de Filmekimi‘nde gösterilmişti.
The Witch 1630’ların New England’ında geçerken, The Lighthouse ise 1890’ların New England’ında geçiyor. Birinde keçi başrolde iken, diğerinde de martıların kilit ağırlığını izliyoruz.
İki deniz feneri bekçisi, 1890’larda uzak ve gizemli bir New England adasında yaşarken akıl sağlığını korumaya çalışır.
1 saat 49 dakikalık film süresince, sadece üç surat görüyoruz: Willem Dafoe, Robert Pattinson ve Valeriia Karaman. Estetik kaygılardan senaryoya bir türlü odaklanamadığı iddia edilen filmin konusu kısaca şöyle:
Sis düdüğünün titreyen çığlığı havayı doldururken, eski oduncu Ephraim Winslow yeni bir maceraya atılır ve yaşlı deniz feneri bekçisi Thomas Wake‘in yaşadığı gri bir adaya ayak basar. Önlerindeki dört haftalık süre boyunca, elverişsiz koşullar altında sıkı çalışma ikisini beklerken, bir yandan da aralarında gelişen sinsi nefrete ve ilginç gerilime katlanmak zorunda kalacaklardır. Kötü şans getirdiği rivayet edilen bir olay yaşandıktan sonra başlayan talihsizlikler arasında; öfkeli ve bitmeyen bir fırtına, açlık, pislik, rüyalara giren sirenler ve çeşitli zihin oyunları yer alacaktır.
Mitoslarla İç İçe Bir Fırtına
Moby-Dick’teki Kaptan Ahab’dan Triton‘a (Poseidon ile Amphitrite’nin oğlu. Poseidon’nun habercisi), Sisifos’tan (Yunan Mitolojisinde, Yeraltı Dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır) Samuel Taylor Coleridge‘in Yaşlı Gemici’sine kadar çeşitli mitoslar, Dafoe ve Pattinson ikilisinin harika oyunculuğuyla çok lezzetli bir yemek olarak sunuluyor. Pattinson’ın Twilight’tan sonra zincirlerini kırması bir kenarda dursun, Dafoe da yer yer insanüstü bir performans sergiliyor ve hatta bazı sahnelerde suratı hiç de insana benzemiyor. Daha çok Ryuk havası almadım değil.
Konuşulmayan Cinsel Çekim
Tüm bunların dışında, ikili arasında, çok fazla dile getirilmeyen ya da bahsi unutulan homoerotik bir arzu da başrolde yer alıyor. Geçtiği mekan, izolasyon ve buna bağlı olarak gelişen ikili yakınlaşmadan dolayı yakın zamanda karşılaştırılan Portrait of a Lady on Fire‘dan daha fazla zevk aldığımı söyleyebilirim The Lighthouse’da. Zaman mekan kavramı yitirildikçe, deniz feneri ve talihsizlikler üzerinden çıkan tartışmalar yer yer oldukça homoerotik (gay vague) sahnelere gebe oluyor. İkili arasında ister istemez alevlendiğini gördüğümüz bir anlık yakınlaşma, daha erkeksi duracağını düşündükleri dansa ve güreşe evriliyor ve sonunda kucak kucağa uykuya dalıyorlar.
1.19:1 En Boy Oranı
Filmi teknik açıdan incelediğimizde, benzer şekilde Xavier Dolan‘ın Mommy’de kullandığı olağandışı 1:1 oranı gibi, yönetmen Eggers de, 1.85:1 ya da 2.35:1 gibi modern filmlerde genel olarak tercih edilen oranlar yerine 1.19:1 oranını kullanmayı tercih ediyor ve filme Murnau, Epstein, Dryer havası veren siyah beyaz bir kontrast eşlik ediyor. 2019’da Alman Dışavurumculuğu’na doyduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yönetmenin, Yunan Mitolojisi’nden sonra İskandinav mitolojisine odaklanacağı ve 10. yüzyılda geçeceği konuşulan yeni hikayesi The Northman (Alexander Skarsgård, Bill Skarsgård, Willem Dafoe, Nicole Kidman) de şimdiden sinefillerin radarına girmiş durumda.
Beklemeye dayanamayanlara ve benzer tadı almak isteyenlere Bergman’ın Hour of the Wolf‘unu şiddetle öneriyorum.