Citizen Kane’den The Big Lebowski’ye, Before Sunset’ten Fargo’ya ölmeden önce kesinlikle izlemeniz gereken 30 filmi derledik
Zamanının büyük çoğunluğunu “iyi peynir peşinde koşan yaşlı” gibi, iyi film peşinde koşarak geçirenler için bulunmaz bir nimet olarak hazırladığımız “mutlaka izlemeniz gereken filmler” (ama ölmeden!) listemizle karşınızdayız. Bazılarınız çoğunu izledi, bazılarınız bir kısmını izledi, bazılarınız ise adlarını bile duymadı henüz fakat hepiniz için bir şekilde başlangıç olacak ve yine de hepsi tekrar tekrar izlenmeye değer.
Filmleri önerirken “bunu seven bunu da sevdi” tarzı yönlendirmelerimizi de ekledik her filmin altına. Keyifli okumalar.
Ölmeden Önce İzlenmesi Gereken Filmler Listesi
1- Citizen Kane – Tüm Zamanların Başyapıtı
Yurttaş Kane, içimizden biri. Klasiklerin de klasiği. Kültlerin de kültü. Kimsesizlerin kimsesi. İzlenmesi gereken ödüllü filmlerin baş tacı. Her yönden (teknik, görüntü yönetmenliği, senaryo, oyunculuk vb.) mükemmel bir film. Orson Welles 1941 yılında daha kundakta bebeyken çektiği başyapıtıyla, böylesine çığır açan bir görsel ziyafet ve anlatı yapısı geliştireceğini ve bugün bile hala konuşulacağını, listelerde zirveyi kimselere bırakmayacağını tahmin edebilir miydi acaba? Ve aynı zamanda birçoğunuzun Sims’teki para şifresi olarak hatırladığı “Rosebud” da sinema tarihinin en büyük göstergesi olarak akıllarda kalıyor.
Citizen Kane’i seven bunları da sevdi: “Vertigo”, “Fargo”, “Casablanca”, “Star Wars”, “The Godfather”
2- Psycho – Korku Başyapıtı
Beyin yakan filmler listemizin de başyapıtlarından hatta olmazsa olmazlarından biri olan Hitchcock‘un etkileyici şaheseri Psycho (Sapık), şok edici finaliyle aklınızda kalırken “ben bunu neden daha önce izlemedim” diye hayıflanacaksınız. Duş sahnesi bile kendi başına bir başyapıt olan Psycho’yu henüz izlemeyenler, hala spoiler yememiş oldukları için şanslılar (bizim beyin yakan filmler listemiz spoiler içeriyor ama aklınızda bulunsun). İzleyin sonra Bates Motel‘de görüşürüz.
Psycho seven bunları da sevdi: “The Shining”, “Night of the Living Dead”, “The Texas Chainsaw Massacre”, “Halloween”, “Nosferatu”
3- The Wizard of Oz – Müzikal Başyapıt
Oz Büyücüsü! Yüzlerce filme, diziye, müzikale ilham kaynağı olan müzikal başyapıt. 1939 yılından kalan bu hazine, sıkıcı eski Kansas‘taki siyah-beyazdan dünyadan capcanlı Oz‘a kaydığında, dünyaya hareketli görüntünün gücünü gösterdi. Her unsuru merak uyandıran – setler, karakterler, performanslar ve tabii ki şarkılar- her bir sekansından neşeli notalar fışkıran güzel bir seyirlik. Roger Ebert, Dorothy‘nin evinden fantazi dünyasındaki hayali bir ülkeye dönme yolunu en iyi şeklde tanımlıyor. Öykünün temelinde çocukluğun en derin güvensizliklerine nüfuz ediyor, onları karıştırıyor ve sonra onları rahatlatıyor. “Yurttaş Kane” in başyapıt olma durumu tartışılsa bile hepimiz “Öz Büyücüsü”nün bir başyapıt olduğunu kabul edebiliriz.
The Wizard of Oz seven bunları da sevdi: “Singin’ in the Rain”, “Beauty and the Beast”, “Moulin Rouge!”, “The Sound of Music”, “My Fair Lady”
4- The Big Lebowski – Komedi Başyapıtı
Komedi korkunç derecede subjektiftir, ancak The Dude‘un jumbo aksiliklerini yaşayan herkesin bu filme kahkahaları ile eşlik ettiği de bir gerçek. Bu karakterde, Coen Kardeşler, çağlardan daha ilham verici bir Jeff Bridges tarafından canlandırılan, çekingen bir felsefe ile yaşayan ve kendini özensiz bir pasifist olarak tasvir eden çılgın bir zavallı yarattı: The Dude. The Big Lebowski‘de halı sevdasının, White Russian‘ın ve “hayatımın filmi” kavramlarının dibine vuracaksınız. Aynı zamanda sonlara doğru bir sahnesinde üzüntüden ve gülmekten yaş dökmeyi eş zamanlı yaşayacağınızı söyleyebiliriz.
The Big Lebowski seven bunları da sevdi: “Monty Python and the Holy Grail”, “Some Like it Hot”, “Ghostbusters”, “Groundhog Day”, “Raising Arizona”
5- 2001: A Space Odyssey – Bilimkurgu Başyapıtı
Stanley Kubrick‘in başyapıtı, 846 Film Eleştirmenine Göre Tüm Zamanların En İyi 10 Filmi listemizin de en iyilerinden. Maymunlarından insanlara geçişi simgeleyen uzaya fırlatılan kemikler, uzay aracının “yıldızlararası valsi”, HAL 9000‘in göz kırpmayan ve yer yer yalvaran kırmızı sinsi gözü gibi şimdiye kadar yapılan en ikonik görüntüleri içeriyor ve daha birçok unutulmaz anlar ile dolu. En iyi bilimkurgu film, metafiziksel alemleri keşfetmekten korkmaz; “2001”, insan zihninin, ruhun veya evrenin ya da zaman ve mekanın ötesinde, belki ölüme kadar hatta ölümün de ötesinde bir yerin güzel ve korkunç bir araştırmasıdır.
2001: A Space Odyssey seven bunları da sevdi: “The Empire Strikes Back”, “Blade Runner”, “Alien”, “Aliens”, “Gravity”, “Forbidden Planet”
6- My Neighbor Totoro – Anime Başyapıtı
Komşum Totoro, çocuklara masal gibi duran filmlerdenmiş gibi görünse de aslında büyüklerin bile seneler geçse bile unutamayacağı bir çizgi destan. Bir çizgi film, nasıl her yaştan birisi için bu denli hareketli, çekici ve büyüleyici olabilir? Bu aslında zaman, yer ve içinde yaşayan insanlarla ilgili: film iki genç kızın ve babalarının, hasta annelerinin bulunduğu hastaneye daha yakın olmak için savaş sonrası Japon kırsal kesimindeki hikayelerini inceliyor. Çocuklar, büyük değilken sevimli ve yardımsever olan orman ruhu Totoro ile tanışıyorlar. Totoro onlara, çoğunlukla anneleri üzerindeki kaygılardan kaynaklanan birkaç zorlu süreçte yardım ediyor.
Japon animasyon ustası Hayao Miyazaki‘nin en büyük eserlerinden biri olan My Neighbor Totoro kadar tatlı, masum ve çekingen filmlerin sayısı azdır.
My Neighbor Totoro seven bunları da sevdi: “Toy Story”, “E.T.”, “Babe”, “Bambi”, “The Wizard of Oz”
7- Pulp Fiction – Diyalog Başyapıtı
“Pulp Fiction“, pek çokları teğetsel olan milyonlarca kelimeyle büyüleyici bir karakter geliştirebilen Quentin Tarantino‘nun dilbilimsel kibirlenişinin komik, kibirli ve etkileyici bir görüntüsüdür. Bazıları bu filmin şiddet ya da pop kültürü ya da kendi parlak ve hoşgörülü halinden başka bir şey olmadığını söylüyor. Eninde sonunda insanların söylediği şey, bunu nasıl ve neden söyledikleri ile ilgilidir.
Pulp Fiction seven bunları da sevdi: “In Bruges”, “Glengarry Glen Ross”, “The Lion in Winter”, “12 Angry Men”, “My Dinner with Andre”
8- There Will Be Blood – Karakter Draması Başyapıtı
Bu, şimdiye kadar yapılmış en kendi halinde, en vaatsiz ama bir o kadar da şık ve en karizmatik filmlerden biri olabilir. 158 dakikalık Paul Thomas Anderson başyapıtının başrolünde de karizmatik bir yolsuzluk portresini tezahür eden star Daniel Day-Lewis var. IMDB top 250 film listesinin de demirbaşlarından film aynı zamanda. Bu arada aktörün Phantom Thread ile jubilesini yapacağından da bahsetmeden geçmeyelim.
There Will Be Blood seven bunları da sevdi: “Breakfast at Tiffany’s”, “The Shawshank Redemption”, “One Flew Over the Cuckoo’s Nest”, “Rocky”, “From Here to Eternity”
9- Saving Private Ryan – Savaş Başyapıtı
“Saving Private Ryan“nın ilk 30 dakikası, şimdiye kadar çekilmiş en sinir bozucu filmler yelpazesindendir. Steven Spielberg yönetmenliğinde takip eden sahnelerde, Tom Hanks‘in liderliğindeki ekibin savaş ve kayıplar üzerine olan hikayesini izliyoruz. Bu film, sevgisiz bir insana bile merhamet ve empatinin insanlığımız için hayati önem taşıdığının güçlü bir hatırlatıcısıdır. Ve bu insanlık için savaşmaya değer.
Saving Private Ryan seven bunları da sevdi: “The Bridge on the River Kwai”, “Patton”, “The Hurt Locker”, “The Deer Hunter”, “Dunkirk”
10- Notorious – Gerilim Başyapıtı
Bu kategori aslında tamamen gerilim ustası Hitchcock‘un başyapıtlarıyla doldurulabilir. Fakat hepsinden önemlisi “Notorious“, gerilim başyapıtı olduğu kadar, Cary Grant‘in ABD ajanı Ingrid Bergman ile olan Casablancavari aşk öyküsünü de içeriyor. Işıltılı ve büyüleyici Bergman, Hitchcock gerginliğin vidalarını çok sıkıyor ve koltuklarımızdan terlemiş bir şekilde kalkıyoruz.
Notorious seven bunları da sevdi: “Rear Window”, “The Silence of the Lambs”, “Blue Velvet”, “The Conversation”, “North by Northwest”
11- Double Indemnity – Kara Film Başyapıtı
“İkimiz de çürük durumdayız. Yalnızca sen biraz daha çürümüşsün“. Femme-fatale-izm, gölgeli siyah-beyaz fotoğraflar, çabuk ve ustaca yazılmış bir senaryo ve ahlaki açıdan kusurlu karakterler “Çifte Tazminat” filminden daha iyi bir filmde bir araya gelemezdi. James M Cain‘in romanından uyarlanan film, Coen Kardeşler‘in de birçok filmine ilham kaynağı olmuş bir film noir klasiği. Hitchcock’un bile ağzının sularını akıtan cinsten.
Double Indemnity seven bunları da sevdi: “The Third Man”, “L.A. Confidential”, “Chinatown”, “The Maltese Falcon”, “Touch of Evil”
12- Once Upon a Time in the West – Western Başyapıtı
Şatafatlı görkemli düşüşler ve tabancalarla dörtnala atış yapmanın yanlış bir yanı yoktur. Fakat “Bir Zamanlar Batı’da” daha yüksek bir amacı hedeflemektedir. Sergio Leone, sinema efsaneleri Bernardo Bertolucci ve Dario Argento‘yu hikaye işbirlikçileri olarak bir araya getiren önceki “Spagetti Western“lerinin kıvrımlı anlatımlarını ve şık çerçeveleme ve görüntü yönetmeliklerini almış ve ondan önce gelen birçok büyük Western filmine saygı duruşunda bulunmuştur. Quentin Tarantino‘nun eşsiz stiline ilham verecek bir mashup türüdür aynı zamanda.
Leone’un detaya olan ayrıcalıklı yaklaşımı, bir gaucho‘nun (Gaşo) yüzündeki seğirme, eski bir yel değirmeni çatlaması, Charles Bronson‘un ifadesinin arkasındaki sihirler filmin çarpıcı unsurlarını oluşturmaktadır. Ennio Morricone‘un görkemli ve eksantrik müzik kompozisyonları da sinema tarihinin en epik yapıtlarından birine krema görevi görmektedir.
Once Upon a Time in the West seven bunları da sevdi: “Unforgiven”, “The Searchers”, “The Good, the Bad, and the Ugly”, “High Noon”, “Stagecoach”
13- Before Sunset – Romantik Başyapıt
Julie Delpy ve Ethan Hawke‘ın genç sevgilileri canlandırdığı, bir araya geldiklerinde, konuştukları, konuştukları, konuştukları ve birlikte geçirdikleri bir gün boyunca seviştikleri “Before Sunrise“dan dokuz yıl sonrasına gidiyoruz. İlk filmin romantik idealizmi, “Before Sunset“te ortaya çıkıyor; bu gerçeklik tarafından şekillendirilmiş ve renklendirilmiş yeni insanlar olarak yeniden birleştiklerinde: büyük küçük zaferler ve hayal kırıklıkları da şekillenmiş oluyor. 2013 yılında çekilen “Before Midnight“ta, üçüncü kez onları ziyaret ettiğimizde, yine çoğunlukla doğaçlamalı performanslarıyla zengin bir karmaşa yaratmalarını izliyoruz. Yönetmen Richard Linklater‘in genel vizyonu, her zaman güzel ya da zarif olmayan aşkın, zamanla oluşan bilgelik ve derin düşünceyle olan ilişkisini araştırmak.
Before Sunset seven bunları da sevdi: “Brokeback Mountain”, “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”, “The Apartment”, “Amelie”, “Shakespeare in Love”
14- WALL-E – Animasyon Başyapıtı
Komşum Totoro‘da olduğu gibi, yine animasyon olmasına rağmen her yaştan kesime hitap eden bir başyapıtla karşı karşıyayız. Andrew Stanton‘un “WALL-E” (Waste Allocation Load Lifter Earth) de yaptığı gibi harika efektli animasyonlarla tematik derinlik karışımından oluşan başarılı çalışmalar çok azdır. Ayrıca Pixar & Disney ortak yapımı filmin toplam süresinin sadece 3’te 1’inde konuşma olduğunu da hatırlatalım. Vay be neredeyse 10 sene olmuş vizyona gireli. Bu arada dipnot: WALL-E de IMDB TOP 250’in vazgeçilmezlerinden.
WALL-E seven bunları da sevdi: “Spirited Away”, “The Lion King”, “Snow White and the Seven Dwarfs”, “The Iron Giant”, “Grave of the Fireflies”
15- Fargo – Suç&Drama Başyapıtı
Kimse Coen Kardeşler gibi suç filmleri yapmaz. Kimse Coen Kardeşler yapıtları gibi filmleri kaçırmaz. Coen Kardeşler gibi hiç kimse dönem filmleri çekmez. Frances McDormand‘ın kusursuz bir performans sergilediği, insanlığın umuduna ve aptallığına dair harikulade yazılmış, karanlık ve komik bir başyapıt olan “Fargo”yu izlerken yemek siparişi de verin. Bol bol acıkacaksınız. Bizden söylemesi. Hatta et söyleyin ET.
Fargo seven bunları da sevdi: “Zodiac”, “No Country for Old Men”, “The French Connection”, “The Silence of the Lambs”, “Bonnie and Clyde”
16- Die Hard – Aksiyon Başyapıtı
Nabız hızlandırıcı bir talepte bulunan araba kovalamaca ve çatışma sahnelerinin teknik bileşenleri olan dublör, koreografi, düzenleme ve sinematografi, aksiyon filmlerinin temel unsurlarıdır. “Zor Ölüm” ise türünün en iyisi. Teröristler rehin tutulurken, içeriden işi kotarmak görev dışı bir polise kalmış durumda. Yönetmen John McTiernan, kümesinin her kuytu ve köşesini Bruce Willis‘in hayat verdiği John McClane ile kurnazca kullanıyor.
Die Hard seven bunları da sevdi: “Vanishing Point”, “Bullitt”, “The Bourne Ultimatum”, “Mad Max: Fury Road”, “Hard Boiled”
17- Annie Hall – Romantik Komedi Başyapıtı
Woody Allen‘ın en büyük filmlerinden olan Annie Hall, tatlı romantik ve acımasız bir komedi. Dağınık anlatımla, mutsuz ilişkilerin üstadı komedyen Alvy Singer‘ın (Woody Allen) Annie Hall’la (Diane Keaton) olan olağanüstü ilişkisini ele alıyor. Allen’in, dramatik ve komik bir şekilde insan kalbine girme girişimlerine ve nasıl dört Oscar aldığına tanık oluyoruz.
Annie Hall seven bunları da sevdi: “Manhattan”, “When Harry Met Sally”, “Say Anything”, “It Happened One Night”, “Harold and Maude”
18- The Godfather – Gangster Başyapıtı
Francis Ford Coppola, Mario Puzo‘nun romanını büyük ekrana uyarlamadan önce, gangster filmleri çoğunlukla formülsel B sınıfı bir tür egzersizdi. Katil, manipüle edici, iktidarın acımasız amoral kahramanı “Baba” bunu değiştirerek bizi derin ahlaki çatışmalara zorladı. Marlon Brando ve Al Pacino’nun en iyi performansları ile mükemmel bir şekilde düzenlenmiş ve yönlendirilmiş bir mafya destanı. Rivayete göre önce Sergio Leone’e teklif edilmiş ama yönetmen kendi mafya filmini yapmak istediğini söyleyince (Once Upon a Time in America) iş Coppola’ya düşmüştür.
The Godfather tarzı filmler: “The Godfather: Part II”, “Goodfellas”, “Miller’s Crossing”, “The Departed”, “Scarface” (1932)
19- Jaws – Yaz Filmi Başyapıtı
Peter Benchley‘in romanından uyarlanan ve aynı anda 4500 sinemada gösterime giren, Steven Spielberg‘ün şimdiye kadar ekranda gördüğümüz her şey kadar sinir bozucu ve gergin, terör ve gerilimden oluşan yaşlanmayan klasiği Jaws!. Popülerliğinden dolayı filmin adı da tüm peçetelere Selpak denmesi gibi, tüm köpekbalıklarına Jaws denmesine neden olmuştur. Bu arada ilk filminde yaşanan korku, balığın büyüklüğünden değil de sığ sularda avlanıyor oluşundan kaynaklanıyordu. Sahiller artık güvenilir değil.
Jaws seven bunları da sevdi: “The Avengers”, “Raiders of the Lost Ark”, “Back to the Future”, “Gladiator”, “Batman” (1989)
20- Star Wars – Görsel Efekt Başyapıtı
George Lucas‘ın “Star Wars”u sadece uzay operasının ya da yeni ve heyecan verici bir mitolojik evrenin canlandırması üzerine değildi. Özel efektlerin sunumunu kalıcı olarak değiştirerek, yepyeni bir görsel şölen ortaya çıkardı. Kimsenin başarılı olacağı gözle bakmadığı filmi, blockbuster harikası Jaws’ı geçerek 775 milyon dolar hasılat yaparak gelmiş geçmiş en başarılı film ünvanını aldı. ‘Force’, ‘Jedi’ ve ‘Sith’ gibi terimleri sözlüğe kazandırmasıyla, izleyenlerin hayal gücünü zorlayacak boyutlarda evrenler ve karakterler yaratan, geeklerin tatlı telaşı Star Wars, kültlük koltuğunu kimselere bırakmıyor.
Star Wars seven bunları da sevdi: “Jurassic Park”, “Who Framed Roger Rabbit”, “King Kong” (1933), “Terminator 2”, “Inception”
21- The Thin Blue Line – Belgesel Başyapıtı
Yönetmenliğini Errol Morris‘in, müziklerini ise büyük usta Phillip Glass‘in yaptığı “İnce Mavi Hat”, cinayete karışan ve işlemediği suçtan dolayı yargılanan masum bir adamın kaybolan 12 yılının hikayesini ve çürümüş adalet sistemini anlatıyor. Morris sadece yetenekli bir film yapımcısı değil, belgesel türünü yeniden şekillendiren araştırmacı bir gazeteci ve aktivist aynı zamanda.
The Thin Blue Line seven bunları da sevdi: “Grey Gardens”, “Crumb”, “Grizzly Man”, “The Act of Killing”, “Hoop Dreams”, “The King of Kong”
22- The Graduate – Gençlik Başyapıtı
“Plastikler”. Yetişkinliğe dokunmanın korkutan kaygısını bir kelime özetliyor. Ardından baştan çıkaran Bayan Robinson, bir adama yardım etmeye ya da onu rahatsız etmeye geliyor. Hala emin değiliz. Dustin Hoffman şaşkınlık ve umutsuzluğun portresi ve Anne Bancroft da sıkılmış yaşlı bir kadın. “The Graduate“, pragmatik belirsizlik, varoluşçu korku arasında gidip geliyor. Bu arada Hoffman ile Bancroft arasında film çekilirken sadece 6 yaş varmış.
The Graduate seven bunları da sevdi: “The Breakfast Club”, “Dazed and Confused”, “Rebel Without a Cause”, “Y Tu Mama Tambien”, “The Last Picture Show”, “Boyhood”
23- This Is Spinal Tap – Hiciv Başyapıtı
Çoğunlukla doğaçlamalı sahte belgesel tadında (rockumentary) olan Rock’n Roll hakkındaki en eğlenceli filmlerden biri. Rob Reiner, Michael McKean ve Christopher Guest’in müzik piyasasına göndermelerle dolu her sahnesi eğlenceli. Aynı zamanda IMDB’de 11 üzerinden değerlendirilen tek film. İnanmayanlar bakabilir.
This Is Spinal Tap seven bunları da sevdi: “Robocop”, “Network”, “Dr. Strangelove”, “Duck Soup”, “Blazing Saddles”, ” 24 Hour Party People”
24- Schindler’s List – Biyografi Başyapıtı
Türlerinin en iyisi, formülün üstesinden gelir ve hayati sanat eseri haline gelir – Steven Spielberg‘in, zulüm gören Yahudi halkı gaz odasından kurtarmaya başladığında açgözlü Nazi sempatizanlarından insancıl hayata geçen Alman işadamı Oskar Schindler‘in portresini anlattığı Schindler’s List’te olduğu gibi. Schindler‘ın kırmızı kürkü içindeki küçük kızı gördüğü sahne, şiirsel ve acı vericidir.
Schindler’s List seven bunları da sevdi: “Lincoln”, “Raging Bull”, “Walk the Line”, “The Social Network”, “The Elephant Man”
25- The Lord of the Rings – Fantastik Başyapıt
“Yüzüklerin Efendisi” 683 dakika uzunluğunda üç filmlik bir destan. Peter Jackson‘ın kahraman arayışı destanı, trajedinin ve komedinin karakter nüansı ve fantezi gösterisinin mükemmel karışımıdır. Oscar ödülüne doymayan LOTR efsanesi, Amazon işbirliği ile dizi olma yoluna da gidiyor hatta.
The Lord of the Rings seven bunları da sevdi: “Titanic”, “Lawrence of Arabia”, “Ben-Hur”, “Seven Samurai”, “Gone with the Wind”
26- The Dark Knight – Çizgi Roman Uyarlama Başyapıtı
Bu türün ötesine geçmek, 21. yüzyılın ezici popülist çıkarlarını görmezden gelmektir. Film yapımcısı Christopher Nolan, Batman mitosunu, büyük fikirler ve ahlaki düşmanlıklar içinde, ikili kişilikler, güvenlik için yapılan uzlaşmalar ve varoluş kaosuna karşı savaşta harmanlamaktan korkmadı. Ve hiçbir Batman filminde, Heath Ledger‘in acımasız Joker’inin yaşları gibi bir karakterizasyon kadar büyük boyutta ve efsanevi performans görmemiştik. Aynı zamanda “I Am Heath Ledger” belgeselini izlemenizi de öneririz.
The Dark Knight seven bunları da sevdi: “The Avengers”, “Superman”, “Spider-Man 2”, “Sin City”, “Captain America: Winter Soldier”
27- Eraserhead – Geceyarısı Başyapıtı
David Lynch‘in ilk uzun metrajı, sabahın erken saatlerinde tiyatrolara tepeden bakan izleyicileri çekmek için kullanılan kült klasik türünün tüm özelliklerine sahip: küçük bir bütçeyle, film yapımcısının yoğun görüşüyle, geleneksel anlatıdan yoksun, tuhaf bir tona sahip ve ayrıca dahilik olarak da yorumlanabilen genel bir delilik hissi var. “Eraserhead“, ebeveynlik korkuları üzerine garip, tuhaf (garip!) gariplikte bir film. Çaresiz mutant bebek çocuğun çılgınlığı aklınızdan çıkmayacak ve ilk izlediğinizde evdeki tüm ışıklar açık yatacaksınız. Uyuma garantisi veremeyiz. Eraserhead, şimdiye kadar sinemalarda gösterilmiş en rahatsız edici beyin yakan filmler listemizin demirbaşlarından.
Eraserhead seven bunları da sevdi: “Freaks”, “The Rocky Horror Picture Show”, “Pink Flamingos”, “Reefer Madness”
28- They Live – Kült Başyapıt
1980’li yıllarının çalışmaları kusursuz olan John Carpenter bu türün tartışılmaz kralıdır. Başrolünde Roddy Piper adlı bir güreşçinin olduğu, dünya’nın her yönünü kontrol eden grotesk humanoidlerle dolu paranoyak bir bilim-kurgu & komedi başyapıtı “They Live“. Film tüketim ve kitlesel medyanın mükemmel bir eleştirisi olan yıkıcı bir klasiktir. Absürd ve altı dakika süren iki adamın dövüş sahnesi, dönemin testosteronla çalışan aksiyon filmlerinin histerik bir parodisi olduğu kadar esaslı da bir sistem eleştirisidir.
They Live seven bunları da sevdi: “The Blob”, “Evil Dead”, “Slither”, “Death Race 2000”, “Mad Max”
29- Fitzcarraldo – Meydan Okuma Başyapıtı
Bazı filmler duyarlılıklarımızı, sanat formumuzun beklentilerini ve muhtemelen sabrımızı test ederler. Onları izlemek bir risk gibi görünür – ancak ödülleri harikadır. Hiçbir film, bizi bir aptalın iddialı macerasının hikayesi olan Werner Herzog‘un “Fitzcarraldo“su gibi rahatlık bölgemizden çıkaramaz. Klaus Kinski, kauçuk ağaçlarla zengin, uzak bir Güney Amerika ormanına ulaşmak için, bir dağın üstünde buharlı gemiyi sürükleme planı yapan, 19. yüzyıl opera meraklısı işe yaramaz bir işadamını oynuyor. Bu etkiyi elde etmek için, Herzog, kahramanından biraz daha fazlasını gördü ve gerçek bir buharlı gemiyi gerçek bir dağa sürükledi.
Film çekimleri sırasında Herzog, sinir bozucu Kinski’nin ölüm tehditleri, uçak kazaları, çeşitli doğal afetler, dostça olmayan yerli kabilelerden gelen potansiyel sorunlar ve başarısızlık ihtimali dahil olmak üzere büyük fiziksel ve metafiziksel sıkıntıyla uğraşmak zorunda kaldı. Fakat hayal ettiği filmle eve gitti ve şimdiye kadar görüp görebileceğiniz en dikkat çekici ve izlemeye değer eserlerden biri. Bu arada asıl başrol oyuncusu Mario Adorf, Amazonlardan korkup kaçmış ve yerine Klaus Kinski’nin geçmesine vesile olmuştur. Film aynı zamanda Herzog’a 1982 yılında Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü de getirmiştir.
Fitzcarraldo seven bunları da sevdi: “Drive”, “A Clockwork Orange”, “Pan’s Labyrinth”, “Requiem for a Dream”, “Mulholland Dr.”, “Man Bites Dog”
30- The Room – En Kötü Başyapıt
Korkunç filmler de harika filmler olabilir. Şu ana kadar yapılmış en kötü film olmalı “The Room” ve bu nedenle görülmeye değer bir şey. Çekimler genellikle odak dışındadır. Yapımcı / yönetmen / yazar / yıldız Tommy Wiseau, kişiliği ve motivasyonu aşılmaz – muhtemelen hesaplamanın dışında olmayan bir kült figür mü, gerçekten emin olamıyoruz. “Oda”, tüm yanlış sebeplerden dolayı harika bir film. Hatta kötü bir filmden Oscar adayı mı olur demeyin, oluyor bile. James Franco yönetmenliğinde ve canlandırmasıyla The Disaster Artist adıyla film tekrar hayat buldu. Tommyy Wiseau’nun kendisinin de rol aldığı filmde kendisini James Franco’nun canlandırması da manidar gerçi.
The Room seven bunları da sevdi: “Gymkata”, “Troll 2”, “Battlefield Earth”, “Plan 9 from Outer Space”, “Howard the Duck”